Bir kere oyunculuğu iyi olan Angelina Jolie'nin Birleşmiş Milletler'in "barış elçisi" olarak gittiği yerlere savaş, kan ve gözyaşı götürdüğünü ve Amerika'nın "savaş meleği" olduğunu hatırlatarak yorumlamaya başlayalım.
Amerikan yaşam tarzının gayri ahlaki boyutunun ne kadar normal ve sıradan hale geldiğini gösteren bir film. Kimsenin bir aile yaşantısı yok ve herkes kimin eli kimin cebinde hayatını yaşıyor. Ayrıca kariyer lüks ve maddi olanakları kitleleri ne kadar etkilediğini gösteren bir film.
Evsiz sokak kahini Jack abartılı bir boyutta gösterilmiş. Yani hayatla ilgili bir film, abartılı özellikleri olan bir karakter üzerinden yansıtılmayabilirdi. Hayatla ilgili bir sorgulama yapmak istiyorsanız din, felsefe ya da metafiziğe bir şekilde bulaşmak zorundasınız. Amerikan yapımı bir film, bunu ancak abartılı Yunan kaynaklı mitolojik tarihsel referanslarına dayanarak yapabilirdi. Abartılı bir karakterin abartılı yorumları üzerinden bir sorgulama sağlatmaya çalışmışlar. Kahin Jack sonuçta alkolik, evsiz, çulsuz, işsiz, pislik içinde yaşayan sıradışı bir insan. Erdemli, etkili, doğru bir yaşantısı yok. Tarihinin hiçbir döneminde bir bilge, bir hikmet ehli, bir filozof böyle yaşamamış. Yani reel bir karşılığı yok. Oysa bizim kendi tarihimiz de yüzlerce daha doğru ve güzel örnekler var.
Buna karşın film, modern hayatın bir gün öleceğimizi unutturduğu gerçeğini güzel yansıtmış. Çünkü ölümü düşündüğünüzde hayatı daha doğru kurallar üzerine oturtmaya başlarsınız. Filmde ölüm ile ilgili ortaya konulan düşüncelerin hiçbiri bizim kadim geleneğimizdeki ölümle ilgili derinlikli analiz ve yorumların kıyısından bile geçemez Örnek olarak Hayyam'ın ya da Mevlana'nın ölümle ilgili bazı dizilerine bakılabilir.
Film aile hayatına dair de güzel sorgulamalar içeriyor Örneğin Kerrigan'ın nişanlısına "bizi önümüzdeki 20 yıl içerisinde bir arada tutacak şey nedir?" sorusu aile hayatı anlamında üzerinde gerçekten düşünmeye değer bir soru. Nişanlısının verdiği cevabın tatminsizliği ve saçmalığı ortada. Aileleri bir arada tutacak şey, bireysel mutluluk yanında; Allah'ın rızası, merhamet, sabır, şükür, insanlık ve inanılan değerler için hayırlı çocuklar yetiştirme gibi değerler olabilir/olmalıdır. Bu değerler önemsenmediği ve her şeye tümüyle bireysel hayat merkezli bakıldığı için bugün aileler parçalanmakta.
Filmde sürekli bir birilerine, duş almalısın, şu günden beri duş almadım... gibi replikler taharetsiz ve alkolik bir toplumun günlük hayatının nasıl olduğunu gözler önüne seren noktalardan biri. Ayrıca karşıdaki kişiyi ya da kendini erotik bir obje olarak görüp bunun için her an hazır olmayı göstermesi de ve bu tarz hayatın insanı mutluluğa götürmediği ini görmek de önemli bir nokta diye düşünüyorum.
Kızın çalışma arkadaşının (kameraman) rahat ve kendine göre takılan bir şekilde yaşamasını doğru örnek diye göstermesi bence tam bir skandal olmuş. Yani kariyer merkezli, planlı, düzenli bir hayat yerine olması gereken "özgürce ve kafana göre takılmak". Modern hayatı sorgulatmak isteyen bir filmin önerdiği şeyin, modern yaşamın dibine vurmak tarzı bir yaşamı önermesi, ironi kavramını hayrete düşürecek kadar tuhaf bir öneri/çözüm olmuş. Ayrıca iş arkadaşı olan kişi (kameraman), çok bilge, doğru yaşayan, çok iyi düşünen biri olsaydı belki de her gördüğü kızı devirmeye çalışan bir ahlaksız olmazdı ve parçalanmış bir ailesi olmazdı. Ayrıca Kerrigan'ın hayatın anlamını kafasına göre yaşayan bir erkeğin kollarında bulması da son derece iğreti, derinliksiz ve yanlış bir sonuç olmuş.
Kerrigan'ın hayatının ideali olan kanalda çalışmaya başlayıp sonra sevgilisi için daha büyük iş teklifini geri çevirmesi bence anlamsız olmuş. Hayatın anlamı iyi bir kariyer değilse bir erkeğin kolları da olmamalı. Ayrıca "yaşadığın her günü son gününmüş gibi yaşa" sloganı ile filmi bitirmişler. Ama çıkardıkları sonuç modern hayatın insanın söylediği "eğlen, umursama, takıl" dan başka birşey değil. Yani modern hayatın yaşam tarzına eleştirip modern hayatın temel felsefesini ana fikir olarak söyleme ironisine düşülmüş.
Batı filmlerinin temel sıkıntılarından biri bu. Karşı cinse yönelik sevgi haricinde insanlara hayatın anlamı ve hayatın derinliği ile ilgili önerebilecek bir kavramsal çerçeveleri, bir değer sistemleri, bir felsefeleri ve bir dinleri yok. Batıda üretilen filmleri kendi inanç ve medeniyet değerlerimiz açısından değerlendirilmeyi bir alışkanlık haline getirmeliyiz diye düşündüğüm için bunları yazıyorum. Bu tarz filmlerden hoşlananlar için Bajrangi Bhaijaan, Cennetin Rengi, Black, Altın ve Bakır, Kelebek ve Dalgıç filmlerini önerebilirim.
Filmin en etkili sahnelerinden biri şöhretli, başarılı, genç, güzel, zengin bir kadının kız kardeşine; "hayatın anlamlı mı?" sorusunu sormasıydı. Yani bugün bir gencin sahip olmak istediği "her şeye" sahip olan birinin sahip olmadığı ve hayatında eksik olan ne var ki ölüm gerçeği karşısında sahip olduğu "her şey" bir anda "hiçbir şeye" dönüşüyor. Bu konuyu düşünmeli ve yaşantımızı buna göre yeniden gözden geçirmeliyiz. Ve şu söz de çok anlamlıydı:
"Belki de olmadığımız birşey olmaya çalışıyoruz."
Çünkü hepimiz bir hafta sonra ölebiliriz...
Puanım 7.5/10