Tersinden Okunan Bir Cadı Masalı
Yazar: Gizem ErtürkTürk edebiyatının nevi şahsına münhasır kalemlerinden Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1912 yılında yazdığı “Cadı” romanı, Erman Bostan imzasıyla sinemaya uyarlandı.
Başrollerini Furkan Andıç ve Buse Meral’ın paylaştığı filmin yardımcı oyuncu kadrosunda ise Çağdaş Onur Öztürk, Süreyya Kilimci, Elif Ürse, Manolya Maya, Hüseyin Soyaslan, Cengiz Orhonlu, Dilara Duman, Yağız Ata Dinçer, Ekin Pasvanoğlu ve Türk Sineması’nın usta isimlerinden Nur Sürer gibi kalabalık bir ekip yer alıyor.
Yapımcılığını sektöre giriş işi olarak WOW STUDIOS'un üstlendiği filmin hem senaryosunu hem de yönetmenliğini Erman Bostan yapıyor.
Galada filmin 8 yıllık bir emeğin sonucu olduğunun altını çizen Bostan’ın ilk film heyecanı her halinden belli oluyordu. Umarım biz de usta gibi gözde eserlerle dolu bir kariyere imza atarız diyen yönetmen seyircilerle şu anıyı da paylaşıyor:
Hüseyin Rahmi ilk eseri Şık'ı, 1889 yılında henüz 25 yaşındayken Ahmet Mithat’a götürür. Ahmet Mithat eseri o kadar çok beğenir ki o yaşta bir delikanlının böyle bir eser yazamayacağını, babası abisi ya da bir arkadaşından yardım almış olabileceğini düşünür. Bu suçlama Gürpınar’ın kalbini çok kırar ve gözlerinden yaşlar süzülür. Bu tepkisi üzerine genç yazar adayının samimiyetine inanan ustası eseri basmaya karar veriyor. İşte böylece Türk edebiyatının belki en feminist, çağının çok ötesinde, modern ve açık zihinli yazarını nesillere kazandırmış oluyor.
Tıpkı Hüseyin Rahmi’nin ilk romanı Şık gibi, Cadı’nın kendi ilk filmi olduğunun altını çizen Bostan, Türkiye’de pek yapılmayanı yaptıklarını zor koşullarda bir film çektiklerini söylüyor.
Öncelikle bir edebiyat eserini sinemaya uyarlama cesareti göstermesinden dolayı Bostan’ın ilk filmine acımasız davranmaktan imtina ediyorum. Tabii bu filmin eksik yanlarını konuşmayacağımız anlamına da gelmiyor. Gelin filmi birlikte inceleyelim;
Furkan Andıç’ın Naşit Nefi Efendi’yi, Buse Meral’in ise Fikriye’yi canlandırdığı film; tıpkı kitaptaki gibi kocasının harpteki ölümüyle dul kalan Fikriye Hanım’ın işgüzar yengesi tarafından apar topar evlendirilmeye çalışılmasıyla açılıyor. Zamanın şartlarına göre oldukça varlıklı, (Osmanlı’nın çöküş dönemi yılları olduğunu hatırlatmakta fayda var), dul bir kadına denk gelmeyecek kadar genç ve yakışıklı olan bu talip, (yine o yıllarda kadınların 30 yaşında tan yerine atıldığı düşüncesi hakimdi) 28 yaşındaki gözden çıkarılmış ve kadın ölümüne yalnızca 2 sene kalan Fikriye için bulunmaz bir nimet gibi altın tepside sunulmuştu. Çok zeki, dik başlı ve meraklı bir kadın olan Fikriye hanımın ise bu işte bir bit yeniği olduğunu anlaması ve araştırmaya koyulması uzun sürmeyecekti.
Gulyabaniler, hortlaklar, cadılar, hayaletler insanlığın her zaman merakını cezbetmiştir. Özellikle devletin dininin Müslümanlık olduğu Osmanlı’da halkın batıl inançlara olan düşkünlüğü çok fazlaydı. Bu konuların aslı astarı olup olmadığını biraz merak eden ya da aksini söyleyen olursa hemen Allah’a şirk koşmakla tehdit edildiği için susturulup korkmak adet olmuştu.
İşte yeni gelin gittiği evde öldükten sonra üzerinden kedi atlatıldığı için cadıya dönüşmüş Naşit Nefi Efendi’nin ilk eşinin eve gelen diğer eşleri boğması efsanesi çok geçmeden bir efsaneye dönüşmüştü.
Tıpkı kitaptaki gibi filmde de Fikriye’nin serüven boyunca cadının varlığını araştırmasını izliyoruz. Bu vesileyle eseri bir kez daha okudum. 182 sayfalık roman bir solukta aktı, elimden bırakamadım birkaç saatte bitti. Ancak film için aynı şeyi söylemek zor. Oldukça ağır aksak ilerlediği ve sahneler gereksiz uzun olduğu için bir an önce geçse de finale gelsek hissi ağır basıyor.
Furkan Andıç’a Buse Meral’a oranla çok daha ağır bir yük verilmiş. Spoiler vermemek adına nedenini şuan söylemiyorum ancak rolünün altından başarıyla kalktığını söylemek zor. Çabası maalesef yetersiz kalıyor. Bu nedenle ikiliye inanmakta güçlük çekiyoruz.
Ancak filmin dekor ve kostümlerine ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Tabii bir de müzikleri… Film öncesi bir defile ve orkestra da vardı. Filmin en büyük iki kozu buradaki başarısı… Kostümler ve dekor Oscar’a aday gösterilecek kadar emekli hazırlanmış. Müziklerin de ambiyans yaratmadaki başarısı büyük. Ancak galada izleyen bizler seslerin hezimetine uğradık. Dış sesler çok yüksek olmasına rağmen diyaloglar asla anlaşılmıyordu. Filme içine giremeyişimizde bir etken de bu oldu diye düşünüyorum.
Özetle Cadı, eserin ağırlığı karşısında biraz eziliyor ancak cesaretinden dolayı da takdiri hak ediyor. Merkeze ruh kavramını koyarak spiritüalizme karşı döneminin en büyük metafizik ve felsefi tartışmalarını başlayan Gürpınar’ı yeni nesille tanıştırmak için de büyük fırsat. Filmde pek hissedilmese de kitapta çok güçlü bir feminizm temeli de var. Kadınların yalnızca evlenmek ve çocuk yapmak için yaratıldığı düşüncesine de çok sert bir eleştiri getiriyor. Günümüz de benzer konuları hala konuştuğumuzu düşünürsek eserin fersah fersah ileri olduğu su götürmez.
Cadı’ya şans verirseniz belki bu tarz yapımların da önünü açmış olursunuz. Hiçbir bilimsel altyapısı olmayan üç harfli vasat korku yapımlarının vizyonda cirit attığını da düşünürsek bu çok yönlü edebiyat uyarlaması seyirciyi ilgisini hak ediyor.