Hesabım
    Trump'ın Hikayesi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Trump'ın Hikayesi

    Trump ve Cohn hakkında bir film!

    Yazar: Banu Bozdemir

    Daha önce Sınır ve Kutsal Örümcek filmleriyle karşımıza çıkan yönetmen Ali Abbasi, yeniden başkanlık yarışına giren eski ABD başkanı Donald Trump’un ilk yıllarını ele alan bir biyografi filmiyle karşımızda. Cannes ana yarışmada prömiyerini yapan The Apprentice’de Abbasi, geleceğin başkanını güçlü, kimi zaman karanlık, cesur, masum, tatminsiz, acımasız ve aslında birçok tanımlamaya uygun bir mercekten bakarak karşımıza getiriyor.

    Abbasi’nin filminin iki ayrı bölümden oluştuğunu söylemek mümkün. İlk bölümde 1970’lerdeki haliyle çok genç, hırslı ama bir yandan da saflık emareleri ağır basan Trump ve hayatının kısmeti avukat, politika danışmanı Roy Cohn’un ona yükseliş sanatını anlattığı bir bölüm. Diğer bölüm ise neredeyse on yıl sonra Trump’u tanıdığımız noktanın, yolsuzluk ve ahlaksızlık seviyesinin yükselişe geçtiği evrenin nasıl oluştuğunu anlatan bölüm. İlk bölümün hem karakter hem de konsept olarak daha makul, daha elle tutulur bir yanı, anlatımı var ancak ikinci bölüm hikayenin ivme kaybetmesi, belirgin bir bakış açısının olmaması nedeniyle daha kopuk ilerliyor. Sanki karşımızda sıradan bir insan varmış da biz onun hayatını izliyormuşuz gibi, kapitalizm ve açgözlü hırsın sebebi bu olabilirmiş gibi bir önermeyle karşımıza çıkması filmin ilk yarısındaki coşku ve ilgisini aşağıya çekiyor!

    Yazar Gabriel Sherman, bize farklı ama bir yandan da çok bildik bir Trump hikayesi anlatıyormuş gibi hissediyoruz. Oyuncuların filmi yukarı seviyelerde tutmak için çabaladıkları ise çok bariz! Trump’ı Avengers serisinden tanıdığımız Sebastian Stan canlandırıyor, avukat ve politika danışmanı Roy Cohn’u ise Jeremy Strong. Stan ve Strong’un bir düete dönüştürdükleri oyunculuklarında her detaya dikkat ettikleri belli! Özellikle de ses üzerindeki bir çalışma yapılmış gibi, Roy Cohn daha ürkütücü ve kesik, Donald ise daha kesintisiz ve yumuşak konuşuyor. Oyuncularla gerçek karakterler arasındaki benzerlik müthiş! Ayrıca Stan ve Strong'un performansları film boyunca da derinleşiyor ve gelişiyor.

    Biyografi filmleri gerçeği kurgusal bir şekilde tekrar önümüze getirme sanatı olduğu için bazen eğlenceli bazen de ürkütücü olabilir. Bu filmin bizim belki de Roy için ürkütücü olan kısmı iyice palazlanmış olan Trump’un, kendisini var eden adam Roy’un doğum gününü kutlamak için toplandıkları an oluyor. Filmin sonlarına doğru yaşanan bu an, Roy çok hasta, Roy’un gerçek bir canavar yarattığından emin olduğu an olarak kameralara yansıyor, Amerika’ya olan sevgisini her fırsatta tekrarlayan Roy’un karşısına bu sevgiyi Amerikan bayrağı şeklindeki bir doğum günü pastası olarak çıkarıyor Trump. Her şeyi tükettiğini, Amerika’yı ve diğer şeyleri tüketilecek bir nesne olarak gördüğü gerçeğini, eski dostunun canını acıtmak için kullanıyor, tabii Roy da bu tüketimin en ön sırasında olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor! Bir anlamda Donald ve Roy yer değiştiriyor, zorbalık öğrettiği Trump ona zorbalık eder. Trump budur işte! Ama yine de film bu anları çoğaltmak yerine güçlenen ve kendine yeten bir adamın hikayesiyle bizi oyalıyor, oysa bu tersine bir Amerikan Rüyası değil miydi? Ya da gittikçe geren bir korku filmi? Ama Abbasi ve Sherman farklı bir yol izliyorlar, seyircinin önüne her şeyi koyuyorlar ama ellerini arkalarına gizliyorlar! Mesajları net değil!

    Bir açlık hissiyle hep hareket halinde ve hazır olan Donald, 1970’Lerde savaştan çıkmış gibi duran, farelerin cirit attığı New York’un imajını düzeltmek için sihirli planlara sahip gibi duruyor ve adımını attığı her basamak onu yukarıya taşıyor, o üzerine basıp yükseldiği insanları arkada bırakmayı, duygularıyla onları manipüle etmeyi seven biri! Peşinden günlerce koştuğu karısı Çek model İvana’yı da kendi yarışının dışına itmeyi başarıyor! Saçıyla takıntılı bir şekilde (Robert Redford’u da benzerlik çizgisinde anıyor film) uğraşan bu adam küçük bir imparatorluk dikiyor. Abbasi onun kibri, abartılı takıntıları karşısında bizi gülmeye teşvik ediyor gibi dursa da Amerika’nın ayağına dolanan bir trajediden bahsediyoruz!

    Film teknik açıdan da bizi yolculuğa çıkarıyor, görüntü yönetmeni Kasper Tuxen, 1970’leri grenli bir şekilde önümüze getiriyor, 80’ler daha haberci mantığına bürünürken Donald ve Roy’un ortam renkleri de değişkenlik gösteriyor. Donald daha sarı, canlı renklerle ilerlerken, Roy loş mekanlarda kalmayı tercih ediyor.

    Film bittikten sonra Donald Trump’un sektöre girmeye çalışan ilk (saf) görüntüsü kaldı aklımda, film bunu hissettiriyor, filmden daha fazlasını bekliyorduk oysa. Film yine de bir yandan ilk dönem Scorsese etkisine sahip, belgeselvari bir yanı da olan ve harika oyuncularıyla dikkat çeken bir yapım. Trump hakkında bir film izlemek bir tercih olmayabilir ama canavara dönüşen bir adamın rehberini karıştırmak ilginç olabilir!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top