Kalbi Kırık Bir Gülümseme
Yazar: Onur KırşavoğluBağımsız sinemanın en önemli yönetmenleri arasında gösterilen; Tangerine, The Florida Project, Red Rocket gibi yakın dönem filmleriyle festivallerden övgü ve ödüllerle ayrılan Sean Baker, yolculuğuna Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye alarak başladığı son filmi Anora ile sinemalarımıza teşrif etti. Bir seks işçisiyle, oligark ailenin genç veliahtı arasında hızlı gelişen bir ilişkiyi temeline alan film, izleyiciyi hem sarsmayı hem de eğlendirmeyi amaçlıyor. Filmin en büyük gücü olan oyunculuk performansları için başrollerde, izleyiciler için keşif anlamı taşıyan Mikey Madison ve Mark Eidelshtein yer alırken, yardımcı rollerde Yuriy Borisov, Anton Bitter, Karren Karagulian, Vache Tomvasyan, Lindsey Normington, Brittney Rodriguez ve Luna Sofia Miranda gibi isimler karşımıza çıkıyor.
Film, bir seks işçisi olan Anora ve oligark ailenin genç veliahtı Ivan arasında bir haftada yaşananlar üzerinden ilerliyor. Filmin odak noktasında iki genç olsa da biz esas olarak Anora’nın hikayesini izliyoruz. Bir rutinin içinde boğulan, para kazanmak için zorlu şartlarda çalışan, kendi küçük dünyasında yine de mutlu olmaya çalışan Anora, Ivan’la tanıştıktan ve kendisine evlenme teklifi edildikten sonra adeta külkedisi masalını yaşamaya başlıyor. Başta bunun bir şaka olduğunu düşünse ve buradan bir kazanç elde etmeyi planlasa da Ivan’la vakit geçirdikçe masalın gerçeğe dönüşme ihtimali onu heyecanlandırıyor ve hayata daha sıkı tutunmasına yol açıyor. Bu noktada Sean Baker, izleyiciyi de bu masalın ortasına yerleştiriyor. Bağımsız ve modern bir külkedisi anlatısı, kalp kıran bir gülümsemeyle perdede zuhur ediyor. Biz, bu tarz bir hikayeye Yeşilçam’dan alışık olduğumuzdan işlerin kötüye gideceği konusunda tecrübeliyiz ve kendimizi çok kaptırmıyoruz. Arabesk furyası filmlerinde bir seks işçisi kadın ve zengin/fakir oğlanın aşkı defalarca karşımıza çıkmış, erkek tarafının ailesi bu ilişkilere karşı çıkmış ve bazen komik, bazen de insanın göğsüne yumruğu indiren bir sonla ekrandan ayrılmıştık. Sean Baker da Anora’da buna benzer bir hikaye çatısı ve finali kuruyor. Arada mafya komedilerini andıran uzun bir bölümle eğlenceli bir mola vermemizi sağlasa da finale giden yolda içimizi hüzün ve sıkıntı kaplıyor. Özellikle final bu hüznü pekiştirme konusunda bize gerçekçi bir bakış sunuyor.
Sean Baker, filmi tüm seks işçilerine adadığını ve zor günler geçirse de hayatında onlar kadar zorluk çekmediğini hemen her röportajında dile getiriyor. Buna bir de erkekler ve kendi kontrolünde olmayan şartlar yüzünden hayatı şekillenen bir kadın kahraman anlatısı eklenince filmin derdi de seyirciye tam olarak geçiyor. Anora, hiç istemediği bir hayatı yaşıyor, daha sonra bir anda istemeden başka bir hayata çekiliyor, tam ona alışacakken yine istemediği bir sonla daha kötü bir hayata doğru geri dönüş yolculuğu başlıyor. Bu olayların hiçbirinde onayı ya da şekillendirici bir manevrası yok. Sadece bir kez ne istediğini söylediğinde ise karşılığını alamıyor ve korkak bir erkek tarafından yarı yolda bırakılıyor. Bu anlamda Baker’ın önceki filmleri ve özellikle Tangerine’le bir akrabalık bağı olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Bu kez anlatıda daha sarsıcı duraklar var. Önce biraz hüzün, sonra bol kahkaha ve en sonunda tam bir darbe geliyor. Bu da izleyicinin allak bullak olmasını ve yabancılaşmasını sağlıyor. Bu yabancılaşma karakterden çok anlatıyla alakalı. Bitiş jeneriği geldiğinde ise tam olarak yaşadığımızı anlamadan salondan ayrılıyoruz.
Filmin en büyük gücü, diğer Baker filmlerinde olduğu gibi oyunculuk performansları. Hemen herkes rolünün hakkını veriyor. Mikey Madison ve Mark Eidelshtein muhteşem bir çıkışa imza atıyorlar. Artık, birçok yönetmenin radarına girecekleri aşikar. Karren Karagulian’ın mafyöz karakter performansı ışıldıyor. Yuriy Borisov da son yıllardaki çıkışını sürdürüyor. Bu anlamda film geçer notu fazlasıyla alıyor. Tabii bazı şerhler düşmek gerekiyor. Altın Palmiye ve Amerikalı eleştirmenlerin yarattığı başyapıt havası karşılığını pek bulmuyor. Derdini çok iyi anlatan, iyi çekilmiş bir film ama hafızalara kazınacak bir bonus bulmak da güç. Bu filmi kötü yapmıyor, tam tersi saf bir sinema örneği olarak bağrımıza basmamızı sağlıyor ama yılın en iyi filmi demek ya da son yılların üst sıralarında yer vermek benim için pek olası gözükmüyor. Buna rağmen tüm manevralarıyla bizi kendine bağlayan, derdini çok net anlatabilen, bazen güldürse de kalbimizi gerçeklerle kıran başarılı bir film var karşımızda. Şimdilik zayıf geçen ve blockbusterlara yaslanan 2024 yılı için belki de pamuklara sarıp sarmalamalıyız. Karar sizin, iyi seyirler.