Nahif Bir Amerikan Hicvi
Yazar: Onur KırşavoğluCord Jefferson’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve ilk yönetmenlik denemesine imza attığı American Fiction, yakın zamanda haklı bir uyarlama senaryo Oscar’ı kazandı ve Amazon Prime aracılığıyla ev sinemasına da konuk oldu. Başlıca rollerde Jeffrey Wright, Erika Alexander, John Ortiz, Tracee Ellis Ross, Issa Rae, Sterling K. Brown, Myra Lucretia Taylor ve Adam Brody gibi isimlerin yer aldığı film, popüler kültür ve siyahilerin stereotipleştirilmesi üzerine başarılı bir hiciv barındırıyor. Yılın en iyi filmleri arasında yer alan American Fiction, sosyo-politik hicivlerin yanında dokunaklı bir aile hikayesi de barındırıyor. Film, Percival Everett’in 2001 yılında yayımlanan Erasure adlı başarılı romanından uyarlandı diyelim ve filme geçelim.
Hikaye, Thelonious 'Monk' Ellison üzerinden ilerliyor. Yazarlık kariyerinde bir çıkış arayan Monk, hikayeleri “yeteri kadar siyahi olmadığı” gerekçesiyle yayınevlerinden olumsuz yanıt almaktadır. Bir yandan da kız kardeşinin ani ölümü üzerine ailesiyle ilgilenmek durumunda kalır ve annesinin evine döner. Tam bu noktada yayınevleriyle dalga geçmek için onların “fazlasıyla siyahi” bulduğu bir roman yazar ve romanın şaşırtıcı başarısı nedeniyle ikilem yaşamaya başlar. İdealist tavır ve popülerlik (annesi için gereken paranın bulunacak olması) arasında kalarak zor bir döneme girer, bu dönem harika bir senaryo, etkileyici bir kurgu ve elbette başarılı oyunculuklarla karşımızdadır. Jefferson, edebiyatta azınlıkların sömürüsü ve siyahilerin stereotipleştirilmesi konusundaki dertlerini çok açık ortaya koyuyor. Popüler olanın absürtlüğünün altını da çizmeyi unutmuyor. Bunu yaparken, her ne kadar beyazları ve onların ciddiyetsizliğini yan karakterlerle masaya yatırsa da müthiş bir şekilde yüksekten bir suçlama getirmiyor. Herkesin bu konuda suçlu olduğunu anlatmayı tercih ediyor ve izleyiciye de bir baskı kurmuyor. Bunun yerine, son derece nahif bir anlatıyı ve bol hicivle komik serzenişi kullanarak kimseyi steril alanın dışında tutmuyor. Kurgusal numaralar ve hikayeye yedirilen küçük sürprizler de seyir zevkini arşa çıkarıyor. Tabii ki bu alanı yaratan, en başta harika senaryo oluyor.
Filmin bir diğer anlatısı da aile ve köklerle alakalı. Monk, kız kardeşini bulduğuna sevinirken ve çocukluk anılarını hatırlarken aniden onu kaybeder. Filmin hikayesi de aslında böyle başlar. Daha sonra ortaya “hayırsız” erkek kardeş çıkar. Onunla da bazı hesaplaşmalar içerisine girecektir. Tüm bunlarla birlikte yeni bir aşk da kapıdadır. Monk için her şey aynı anda gelişmekte ve her şey için hızlı karar alma sürecini tetiklemektedir. Bu noktada aile ve dolayısıyla kökler devreye girer. Monk, herkesi kendinden uzaklaştıran ve ailesinin geçmişinin izlerini, babasının, anılarında kötü bir şekilde yer ettiği genlerini taşıdığını fark eder. Yönetmen, itiraz ettiği kalıpların dışında çıkar ve orta sınıf, entelektüel bir siyahi ailenin hikayesini anlatır. Filmin altmetinlerinden biri de zaten budur. Siyahileri anlatan filmler ya politik bir figür içerir, ya kölelik hikayesi vardır ya da uyuşturucu içerir. Gerek anlatı gerek hicivsel anlamda yönetmen buna karşı çıkan bir noktada durur. Kaldı ki Monk’un bu anlamda yüzleşmeye girip, içindekileri döktüğü yazar da tam olarak bu sömürü üzerinden para kazanıp şöhrete ulaşır. Filmin en büyük derdi tam olarak budur.
Filmin oyuncu kadrosu tamamen sağlam performanslarla karşımıza çıksa da Oscar adaylıkları kazanan Jeffrey Wright ve Sterling K. Brown bir adım öne çıkıyor. Wright’ın karamsar, nahif, biraz kibirli ve neşeden uzak karakteri için oluşturduğu bütünlük ve vücut dili kusursuza yakın. Brow’ın da dokunaklı ve savruk karakteri için ortaya koyduğu performans oldukça başarılı. Brown karakteri üzerinden de siyahilerin inanç ve bağnaz aile yapıları nasibini alıyor. Sonlara doğru gerçek ve kurgunun iç içe geçtiği sahneler ve geçişler de tüm bu başarılı özelliklere güzel bir bonus olarak katkı veriyor. American Fiction, senaryonun önemli olduğunu düşünen izleyiciler için, daha doğrusu senaryoyu her şeyin önüne koyan izleyiciler için yılın en iyilerinden biri. Bunun yanı sıra yaşamın kıyısındaki karakterlerin nahif hikayelerini anlatan mütevazı filmleri sevenler de memnun kalacaktır. Azınlık sömürüsü yapan, popüler kültür araçları ve bu azınlıkları stereotipleştiren edebiyat/medya araçları sağlam bir hicivle izleyici önüne seriliyor. Cord Jefferson, bir sonraki filmi heyecanla beklenen yönetmenler arasındaki yerini de şimdiden almış oldu.