Keşke erkek olsaydım?
Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu76. Cannes Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası bölümünde dünya prömiyerini yapan ve akabinde yönetmeni Amjad Al Rasheed’e dağıtım desteği adına Gan Foundation Award ödülünün yanı sıra bol övgü de getiren İnşallah Erkek Olur (Inshallah Walad), ülkemizde Filmekiminde sınırlı seyircisi ile buluştuktan sonra 1 Aralık itibariyle MUBI platformunda da yayına girdi. Yine bir Ortadoğu hikayesi yine sırf kadın cinsiyetinde dünyaya geldiğinden ötürü, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören bir kadın, hatta kadınlar hikayesi var karşımızda, İnşallah Erkek Olur filmi ile.
İlkokul çağında bir kız çocuk annesi olan, henüz genç yaştaki Nawal’ın (Mouna Hawa) hayatı, kocası Adnan aniden ölünce, gerçekten bir gecede altüst olur. Zira Ürdün yasalarına göre kocasının kardeşleri de içinde oturduğu evin yasal mirasçısıdır, çünkü Nawal’ın vefat eden eşinden bir erkek çocuğu yoktur. Üstelik evin ödemelerini yarı yarıya gerçekleştirmiş olmalarının sözlü olarak ifade edilmesinin de ne Adnan’ın ailesi ne de Ürdün hakimlerinin gözünde bir anlamı vardır.
Kadın olduğu, kocası öldüğü ve ondan sadece bir kız çocuğu sahibi olduğu için tüm emekleri, varlığı hiçe sayılan, üstelik kızını ve kendisini geçindirmek için çalışmak zorunda olan, ama çalışması bile rahatlıkla ‘kötüye yorulan’ Nawal, kendi öz ailesinden de umduğu desteği göremez. Zira bu lanet olası ataerkil düzende tabii ki erkekler ve onların koyduğu yasalar haklı ve hakimdir. Öyle ki Nawal’ın tepesine ölen kardeşinin borçları için dikilen sözde kayınbiraderi Rıfkı (Hitham Omari) kadıncağızın yas acısını yaşamasına bile izin vermez; Nawal kocasının ölümüne doğru düzgün üzülemeden kendisine dayatılan bir savaşın içine çekilir. Bu savaştan sağlam çıkabilmesi için ancak ‘erkek evlat’ sahibi olma ihtimaline, bir can simidi olarak tutunur, ama nereye kadar?
Cannes Film Festivali’ne seçilen ilk Ürdün filmi olma sıfatını da taşıyan İnşallah Erkek Olur, mantığı bizim coğrafyamıza maalesef sıradışı gelmeyecek bir olay örgüsüne sahip. Üstelik senaryoyu yapımcılık ve senaristlik açılarından deneyimli olan Delphine Agut ve Rula Nasser ile beraber kaleme alan yönetmen Amjad Al Rasheed, yaşadığı toplum içinde kadının yerini miras hakkı ve erkek veliaht adaletsizliği üzerinden ele alırken, bu yapıyı sosyolojik olarak katmanlandırmaktan da geri kalmıyorlar. Zira, Nawal’ın yanlarında çalıştığı Hristiyan ailede de kendisi kadar olmasa da kadın cinsine yaşatılan büyük ve üstü örtülü bir travma mevcut. Ailenin kızı Lauren (Yumna Marwan) ile ortak bir tema çevresinde kaderi kesişen Nawal, kendi yaşamında içine düştüğü çıkmaz durumda, bir de toplumun üst sosyo-ekonomik tabakasından darbe yiyor. Bu bağlamda, kadın olmanın yurtsuzluğu bir kez daha yüzümüze sert biçimde çarpıyor. Ayrıca söz konusu dini güdümler ve pratikler olunca ne Müslümanlık ne Hristiyanlık fark ediyor. Evlenmeden seks günah ama dul kalan bir kadını kızıyla kapıya koymak hak ve Allah katında ahlaklı?
Dram ve gerilim öğelerini akıcı biçimde kurgulayan İnşallah Erkek Olur filmini, bu kadar güçlü yapan unsurların başında ise şüphesiz ki yetkin oyunculuklar geliyor. Özellikle başrol Nawal’a hayat veren Mouna Hawa kendisini takip ettiğimiz her bir karede, karakterinin yaşadığı her bir duygu zerresini seyirciye de geçirmeyi başarıyor. ‘Erkek kanunları’ karşısında yaşadığı o çaresizlik, uğradığı müthiş haksızlık karşısındaki öfkesi, en güvendiği insanlardan gördüğü ihanet ve tüm bunların karşısındaki direnme azmi santim santim, ilmek ilmek oyuncunun yüzünde işlenerek perdeye yansıyor. Daha önce Bar Bahar (In Between) filmi ile oyunculuğu övgü ve ödüle layık görülen oyuncu Mouna Hawa gerçekten bu filmde parlıyor ve ortadoğu coğrafyasının uluslararası sulara açılabilecek yeni isimlerinden biri olarak önümüze çıkıyor.
Uzun lafın kısası, Ürdünlü yönetmen Amjad Al Rasheed, “Inshallah A Boy” filmi ile radarımıza giriyor ve Ortadoğu sinemasında vurucu hikayeler ve anlatımlar vadeden isimlerinden biri olarak, henüz ilk uzun metrajında rüştünü ispatlıyor. Bize de, özellikle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kadınlar olarak, insan varlığımızdan gelen eşit hakları laik yasalar ile koruma altına alan, ülkenin kurucularına 100 sene sonra bile minnet borcu ile teşekkür etmek kalıyor. Çünkü, bu coğrafyada din güdümlü ataerkil kafayı yasa yapan/uygulayan mevkiye koyunca, Nawal ya da Lauren gibi hikayelerde çırpınıyor olmak işten bile değil! Bugün hala sayısız arenada devam eden hak arayışımız ile “Elimizde en azından medeni kanun var” avuntusuyla, “Keşke erkek doğsaydım” demeyeceğimiz yarınlar için mücadeleye devam!