Ağaçlardan sızan güneş ışığı sıcaklığında…
Yazar: Banu BozdemirUluslararası uzun metrajlı film kategorisinde Japonya'nın Oscar adayı gösterilen “Perfect Days/Mükemmel Günler” Hirayama’nın ısrarlı analog hayatını anlatan, sessiz ve derinden bir epik isyan gibi, nostalji duygusuyla sarıp sarmalayan ve Hirayama’nın tutkusunu gözlerinden fışkırttığı bir bakış sunuyor. Dünyaya sessiz bir neşe yollayan bu adamın günlük rutinleri eşliğinde bir ara hep aynı yerde hep aynı adımları attığımız duygusuyla sınansak da aslında her şeyin bizim bakış açımıza bağlı olduğunu ısrarlı, medidatif ve sadelikle benzenmiş bir anlatıyla önümüze seriyor. Bu yaşamın sıkıcı değil aksine dijitalleşmenin öte tarafında neleri bıraktığımızı, neleri unuttuğumuzu göstermek gibi misyonu var.
Ve bunu gölgeli bir anlatımla yapıyor Wim Wenders. Hirayama’nın rüyalarına sızan, silik gölgelerle bir hayat tanımlamasına girişiyor, Hirayama’nın hayatı da biraz puslu ve gölgelidir. Her gün umumi tuvaletleri temizlemek için aynı saatte kalkan, tulumunu giyen, minik fidelerine su fışkırtan, kapıdan dışarı çıktığında gökyüzüne selam yollayan, her gün aynı içeceği içen, aynı sandviçi yiyen ve işini tutkuyla yapan bu adamın insanların artık yok saydığı, görmediği şeylere inancı, tutkusu ve hayreti gerçekten de görülmeye değer.
Eski müzik kasetlerinden yükselen The Kinks, Patti Smith, Hirayama işe giderken iç huzurunu korumasına eşlik eden iç sesi adeta. Özellikle de Nina Simone’un eşlik ettiği, bizi umutlu sona hazırlayan sahnede duyguların mimiklerle, bakışla ve iç içe geçen dansı gerçekten de etkileyici. Zaten daha önceki filmleri arasında Bir Geyşanın Anıları, Babel gibi filmler bulunan Kōji Yakusho, neredeyse diyalogsuz bir biçimde, bu iç yaşamı zengin adamı mükemmel bir şekilde canlandırıyor. Cannes’da neden erkek oyuncu ödülünü kazandığını anlıyorsunuz, bir karakter ancak bu kadar sade ve bir o kadar dokunaklı anlatılabilirdi zira!
Filmin orijinal isminde geçen ‘komorebi’ kelimesi ‘ağaçların arasından sızan güneş ışığı’ demekmiş. Hirayama’nın da ağaçlarla özel bir bağı var, filmde de Hirayama’nın diğer rutinleri gibi ağaç da tekrarlanan bir motif. Kitapçıdan aldığı Aya Koda’nın Ağaç adlı kitabı kitapçı tarafından ‘daha fazla tanınmayı hak ediyor’ diye tanımlar. Aslında bütün ağaçlar daha fazla görülmeyi, sevgi ve saygıyı hak ediyor. İnsanlara birçok konuda taşıdıkları mesaj var, işaretler sunuyorlar ama insanlardan gördükleri karşılık genelde yok edici olabiliyor. Hirayama ağaçları her gün oturduğu bankın açısından siyah beyaz eski bir makineyle çekiyor, kimsenin fark edemediği, umursamadığı milimlik değişimleri gözlemlemeyi, canlı tutmayı amaçlıyor. Ya da parkta değişik hareketler eşliğinde dans eden evsiz bir adamın görülmeyen ritüellerine her zaman heyecanlı ve görünür bir bakış atıyor. Kısacası etrafındaki her şeye kısık da olsa bir güneş ışığı yollamayı ihmal etmiyor.
Perfect Days, muhtemelen Lou Reed’in Perfect Day şarkısına yaslanıyor. Minibüsün içinde bir sabah onu dinliyoruz. Koro nakarat kısmını ‘beni bekletiyorsun’ şeklinde tekrarlıyor ve bu tekrar Hirayama’nın hayata tutunma, dayanma, derine kökler salma ve güneş ışığına yaslanan gölgelerine fazlasıyla denk düşüyor ve bu adam hayatın küçük güzelliklerinin tadını çıkarmak için zaman ayırıyor, bekletiyor.
Hirayama görüşmediği kız kardeşiyle uzun zaman sonra karşılaştığında kız kardeşi ona gerçekten de tuvalet mi temizliyorsun diye soruyor. Sorunun cevabı çok net. Evet. Ama tuvaletlerin çok temiz ve fantastik olduğunu söylemeden geçmemek lazım. Hepsi bir parkın içerisinde aslında fazla mükemmellik sunuyor. Tuvaletler bütün gün kullanılmasına rağmen neredeyse tertemiz. Bazıları uzay gemisi gibi teknolojik, bazıları bir orman evi gibi… Bir diğeri ise onu kullanacak olan kadını neşelendirecek kadar fantastik. İçeri girdiğinizde bir anda içerisi görünmez oluyor, bu da düşündüğümüzde Hirayama’nın işine de kattığı özenin mükemmel yansıması olarak görülebilir.
Filmi bu derece anlamlı kılan şeylerden birisi de müzik kullanımı… Wenders 60 ve 70’li yılların rock ezgileriyle aynı döneme ait Japon folk şarkılarını buluşturuyor ve oradan Hirayama’nın duygularına doğru bir geçit açıyor ve çok etkilendiği Ozu’nun derinliğini kullanıyor. Manevi huzur ve saflığı neredeyse filmin her karesinde hiç rahatsız olmadan, aşırıya kaçıldığını düşünmeden hissediyoruz. Depresif olabilecek, öyle anılabilecek bir karakterden, etrafımızdaki gizli, saklı ve sade güzelliği çekip çıkarabilecek bir güç ve derin kök salma enerjisi yaratıyor…
twitter.com/banubozdemir