Hesabım
    Small Things Like These
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Small Things Like These

    Bir kez daha mı Magdalene Çamaşırhaneleri?

    Yazar: Tuğçe Madayanti Şen

    Eserleri The New Yorker gibi prestijli yayınlarda yayımlanmış olan İrlandalı yazar Claire Keegan kısa hikâye ve novellalarıyla tanınan bir isim. “Foster” adlı hikâyesi “The Quiet Girl” adıyla filme uyarlanmış ve Oscar adayı olmuştu. Bu hafta vizyona giren “Small Things Like These” filmi Claire Keegan’ın 2021 yılında yayımlanan aynı adlı novelladan uyarlandı. Uyarlamanın senaryosu İrlandalı oyun yazarı Enda Walsh tarafından kaleme alındı. Başrolde Cillian Murphy’nin yer aldığı filmin oyuncu kadrosunda Eileen Walsh, Michelle Fairley, Emily Watson, Clare Dunne ve Helen Behan gibi isimleri yer almakta. Tartışmalı Magdalene Çamaşırhaneleri’ne odaklanan film sessiz anlatımıyla dikkat çekmekte. Dini baskılar, kadın hakları ve toplumsal adalet konularını ele alan birçok filme konu olmuştur Magdalene Çamaşırhaneleri. "The Magdalene Sisters" (2002), bu çamaşırhanelerde tutulan üç genç kadının hikayesini anlatırken, fiziksel, psikolojik ve cinsel istismarların çarpıcı bir tasvirini yapar. Peter Mullan'ın yönettiği film, Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan ödülünü kazanarak bu karanlık gerçekleri uluslararası bir izleyici kitlesine ulaştırmıştır. Benzer şekilde, "Philomena" (2013), Judi Dench'in olağanüstü performansıyla, genç yaşta bu kurumlara gönderilen bir kadının yıllar sonra zorla evlatlık verilen oğlunu arayışını işler. Hem duygusal hem de düşündürücü olan bu film, dört dalda Oscar adaylığı almıştır. Yani anlayacağınız bu tema ödüllere oynayan bir yapıda. Ama bana kalırsa bu konuyu belgesel formatında izleyin derim. Bunun için de, çamaşırhanelerde kalmış dört kadının gerçek hikayelerine odaklanan "Sex in a Cold Climate" (1998) belgeselini tavsiye edebilirim. Kadınların yaşadıkları travmayı birinci ağızdan dinlemek, sistematik baskının bireyler üzerindeki etkisini daha iyi anlamamızı sağlar.

    “Small Things Like These” İrlanda ve İngiltere’deki dini kurumlar tarafından uygulanan baskıyı daha mikro bir bağlamını ele almış. Toplumun zayıf bireylere karşı nasıl sistematik bir ayrımcılık uyguladığını sorgulatan bu yapım, Magdalene Çamaşırhaneleri'nin karanlık geçmişine ışık tutmaktan ziyade, hatırlatma görevi üstlenmiş gibi geldi. Filmin hikayesi 1985 Noel’ine yaklaşırken, İrlanda’nın New Ross kasabasında yaşayan kömür tüccarı Bill Furlong’un etrafında şekillenmekte. Beş kız babası olan Bill’i, adil ve çalışkan bir insan olarak görürken, flashbacklerle Bill’in, genç bekar bir annenin çocuğu olarak yaşadığı zor çocukluğu da gözler önüne seriliyor. Bill, kömür dağıtımı sırasında yerel bir manastırın kömür deposunda, Sarah adında bir genç kızın kilitli olduğunu keşfeder. Dondurucu soğukta bırakılan Sarah, beş ay sonra doğum yapacağını söyler. Bill, Sarah’ı manastıra götürür ancak burada rahibeler durumu örtbas etmeye çalışır. Başrahibe Sister Mary, Bill’i tehdit ederek sessiz kalmasını sağlamaya çalışır ve Noel hediyesi adı altında bir zarf uzatır. Bill, bu olaydan sonra giderek daha fazla huzursuzluk yaşamaya başlar.

    Bill, çevresindeki insanların sessiz kalmaya yönelik baskılarına rağmen, Sarah’ı manastırdan kurtarmaya karar verir. Onu korkularını yenerek evine götürür ve ailesinin sıcak ortamına kabul eder. Film, Bill’in cesaretini ve insanlığını kutlayarak sonlanırken, İrlanda’daki Magdalene Çamaşırhaneleri’nin kurbanlarına adanmış bir ithafla kapanır. Bu çamaşırhaneler, 1922’den 1998’e kadar faaliyet göstermiş ve birçok kadının hayatını derinden etkilemiştir.

    Filmin vaatkâr bir başlangıç yapmasına rağmen son yarım saatte dramatik gerilim eksikliği nedeniyle ivme kaybetmesi, izleyici üzerindeki etkisini zayıflatıyor gibi görünüyor. “Small Things Like These”, özellikle İrlanda ve İngiltere’deki dini kurumların uyguladığı baskıyı daha mikro bir ölçekte ele almayı tercih etmiş ancak bu yaklaşım, filmin genel çerçevesini de daraltmış. Filmin, Magdalene Çamaşırhaneleri'nin karanlık geçmişine doğrudan ışık tutmaktan ziyade, toplumsal hafızayı tazelemeye yönelik bir hatırlatma görevi üstlenmiş olması tek önemli noktası. Ancak bu, bazı izleyiciler için hikayenin derinliği ve dramatik etkisinin yetersiz kalmasına yol açabilir. Ben filmin dramından ve gerilim unsurlarından hiç etkilenmedim, hikaye de hiç ilgimi çekmedi. Konunun günümüzde hiçbir önemi kalmamış gibi geliyor. Elbette Magdalene çamaşırhaneleri, kadınlara yönelik sistematik ayrımcılığın ve dini baskının bir sembolü olarak tarihte yerini hep alacak. Ama bir noktadan sonra bu konunun bugün kadın hakları mücadelesinde önemli bir referans noktası olarak ne söylemek istediği üzerinde hikayeler kurmak gerektiğini düşünüyorum. Adalet arayışı hala devam ediyor elbette ama biraz daha sertleşti her şey.

    Film tamamen Cillian Murphy’nin Cillian Murphy’lik yapmasına yaslanmış. Bununla neyi kasttiğimi anlatayım kısaca. Cillian Murphy'nin "havalı" bulunmasının birçok nedeni var, ancak en belirgin olanlarından biri, onun doğal ve karizmatik duruşu. Murphy, genellikle sakin, kendine güvenen bir tavır sergiler ve bu da ona farklı bir çekicilik kazandırır. Onun bu duruşu, hem fiziksel hem de duygusal anlamda çok kontrollü ve zarif bir dengeye sahiptir. Murphy'nin göz teması ve ifadesi, onun gizemli ve etkileyici bir aura yaratmasına yardımcı olur. Özellikle kameraya bakarken yoğun göz teması, izleyicilerde derin bir etki bırakır. Duygularını çok fazla dışa vurmasa da, gözlerinde taşıdığı derin ifade, onu daha çekici kılar. Fiziksel duruşu ise genellikle dik ve kontrollüdür. Hem ekranlarda hem de gerçek hayatta sade ama dikkatle seçilmiş bir beden diline sahiptir. Vücut dili güçlü olmasına rağmen aşırıya kaçmaz ve zarif bir şekilde kendini ifade eder. Bu, ona karizma ve "coolluk" duygusu verir. Cillian Murphy'nin minimal ancak etkili mimikleri ve jestleri, çok konuşmadan bile büyük bir etki yaratmasını sağlar. Küçük hareketler ve jestlerle bile havası belirginleşir, bu da ona daha "havada" bir hava katar. Son olarak, Murphy'nin sahip olduğu gizemli aura, onun "havalı" algısını pekiştirir. Genellikle gizemli ve biraz da kapalı bir kişiliği olması, onu daha ilginç ve çekici kılar. Herkesin çok fazla bilmediği bir yönü olması, Murphy'yi daha da cazip hale getirir. İşte “Small Things Like These” filmi de tüm bu duygu ve etkilerin canlı taşıyıcısı olarak kullanmış oyuncusunu. Kişisel deneyimlerinden kaynaklanan kaygılar ve obsesif-kompulsif davranışların etkili olduğunun daha çok vurgulanması gerekirdi. Karakterin sürekli bir şeyleri dile getirme ihtiyacı içinde olduğunu ve bu tekrarların yaşamlarındaki kaçış mekanizmalarını inşa ettiğini, ancak bu düzenlerin yeni kısır döngülere yol açtığını sadece oyuncunun karizmasından değil senaryosundan da anlamalıydık. Ayrıca bana kalırsa bu tür temaların gerçekçi bir dünyadan çok, soyut ve dışavurumcu bir evrende var olmasını tercih edenlerdenim. İzleyicinin, bu dünyanın kurallarını öğrenip, yüzeyde "dehşet verici canavarlar" gibi görünen karakterlerle bağ kurmasını istemek daha iyi filmler ortaya çıkarabilir.

    Filmin senaryosunun gerilim açısından eksikliği ve olayların ilerlemesindeki yavaşlık, hikayenin gücünü zayıflatıyor gibi görünüyor. Cillian Murphy’nin oyunculuğu, senaryonun zayıf noktalarını telafi etmeye çalıştığından, oyuncu doğal karizması ve kontrollü performansı ile öne çıkıyor. Özellikle karakterin içsel kaygılarının ve bastırılmış duygularının daha güçlü bir şekilde işlenmesi gerekirdi. Murphy'nin yalnızca fiziksel duruşu ve karizmasıyla değil, duygusal yoğunluğu da daha belirgin olmalıydı. Sürekli tekrar tekrar ele alınan böyle bir temayı artık bundan sonraki yapımlarda daha dışavurumcu bir şekilde ele almak, izleyicinin olaylarla daha derin bağ kurmasına olanak verebilir. Gerçekçilikten çok, dramın ve gerilimin daha yoğun bir şekilde, psikolojik bir derinlikte işlenmesi izleyiciyi daha fazla içine çekebilir. Böylece, film sadece hatırlatma değil, aynı zamanda tartışmaya ve düşünmeye teşvik eden bir yapım olabilirdi. Filmin sınırlı dramatik etkisi, izleyiciye yetersiz bir derinlik sunacağını düşünüyorum. Bu tür temaların gerçekten güçlü ve etkileyici bir biçimde işlenmesi, toplumun hala çözmediği meseleler üzerine daha fazla düşündürmeliydi. Sinemanın gücü, bence bu tür konuları soyutlayarak, toplumsal mesajları evrensel bir dilde sunmakta yatıyor.

    Tugce Madayanti ŞEN

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top