Amerika’da bir hayalet geziyor… Aşırı sağın hayaleti!
Yazar: İdil Hazal AcarPerşembe’nin gelişi Çarşamba’dan; Trump’ın yükselişi ise Ku Klux Klan’dan, Aryan Kardeşliği’nden ve Justin Kurzel’ın Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan filmine konu olan “Düzen”den bellidir. A List film festivallerinin gediklisi Kurzel; yeni filminin kadrosunda Jude Law ve Nichoas Hoult gibi birbirinden yetenekli iki isimle çalıştığında ve filmin Amerika’da var olmuş aşırı sağcı gruplardan birinin terörist eylemleriyle ilgili bir suç-gerilim filmi olduğunu öğrendiğinde elbette izleyicinin kafasında canlanan ilk şey Amerikan tarihinin karanlık yüzlerinden biriyle karşılaşacakları heyecanlı bir filme girdikleri olur. Ne yazık ki “Düzen”, kadrosu ve konusuyla vaat ettiği heyecanı beyaz perdeye taşımakta çok da başarılı değil. Bunun en büyük suçlusu da senaryosu olmalı.
Zach Baylin (The Crow, King Richard) tarafından yazılan senaryo aslında Gary Gerhardt ve Kevin Flynn’in yazdığı “The Silent Brotherhood” (Sessiz Kardeşlik) kitabını kaynak materyal olarak kullanıyor. Bu sebeple çoğu tarihi kitap uyarlaması filmde olduğu gibi olayların akışında bir sorun yok fakat karakter motivasyonlarıyla ilgili bariz eksiklikler var. Öyle ki iki kere Oscar adayı olmuş Jude Law’u veya Hollywood’un yükselen yıldızlarından biri olan Nicholas Hoult’u başrollerde oynatmanız bile karakter yazımındaki amatörlüğü toparlamaya yetmiyor.
“Düzen”, Idaho’da konuşlanan ve aşırılıklarıyla kendilerini dini temelli bir oluşum olan Aryan Kardeşliği’nden ayıran beyaz üstünlükçü bir terör grubu. Neo-nazi bir duruşa sahipler ve bundan da son derece gururlular. Hikaye 1983 yılında, yalnız ve bitik bir FBI ajanı olan Terry Husk’ın (Jude Law) bölgelerine atanmasıyla başlıyor. Husk daha önce pek çok terör grubuna karşı mücadele vermiş, belli ki bu uğurda ailesinden uzaklaşmış, sağlığını kaybetmiş ve sonunda biraz huzur bulacağı muhteşem manzarası ve sakinliğiyle ünlü bir Coeur d'Alene kasabasına atanmıştır. Fakat çok geçmeden (belki de atandığı ilk gün) refleksif olarak suç kokusu almaya başlar. Önce ıssıza gömülmüş bir ceset, ardından cinayeti işleyenlerin sahte para basmakta olduğu bilgisi onu çevresindeki çoğu kişinin dikkatle koruduğu bir sırrı çözmeye iter. Sır çözmekte pek maharetlidir maharetli olmasına, ancak CV’si bu kadar göz dolduran bir FBI ajanı olarak bulduğu ipuçlarını yorumlama konusunda çok beceriksizdir. Yerel şerif yardımcısı Jamie Bowen’ın (Tye Sheridan) bu bölgede bir tarikatlaşma olduğu konusundaki uyarılarını görmezden gelir ve filmin ikinci yarısına kadar da terörist bir grupla karşı karşıya olduğunu anlayamaz. Denverlı Yahudi radyocu Alan Berg’ün aynı grup tarafından vahşi bir şekilde öldürülmesi nihayet gözlerini açar ve FBI’ı arkasına alarak “Düzen” üyelerinin peşine düşer. Nedense küçücük bir kasabada grubun kurucusu olan Bob Matthews’a (Nicholas Hoult) ulaşması hiç kolay olmaz. Onu bulana kadar neredeyse tek tek her bir örgüt üyesinin peşine düşülür, artık tutuklayacak kimse kalmadığında Bob Matthews saklandığı evde tek başına kıstırılır. Amaç her ne kadar canlı yakalamak olsa da Matthews teslim olmayı asla kabul etmez.
İzleyici, artık dinlenmek istediği için kırsala atanan Terry Husk’ın el değmemiş dağların ortasında bile hemen mücadele edecek bir terörist grup bulup kendini helak etmesini yüreği burkularak (!) izlese de karakterine dair pek de fazla bilgi alamadığı için protagonisti benimsemekte zorlanıyor. Yancı olarak her yere götürdüğü Jamie Bowen’ın da anlamsız bir şekilde polis teşkilatındaki işini gücünü bırakıp kendi işi olmayan terör grubu çökertmek (hatta bu uğurda ölmek) gibi işlere neden bulaştığını hiç anlayamıyoruz. Filmin başında iyi niyetli bir polis ve aile babası olan Bowen’ın bütün yaşadıklarından sonra pişip Husk’ın minyatür bir versiyonuna dönüşmesi senaryonun akıllıca yazılmış noktalarından biriydi. Ama genel olarak filmin gerçek kötüleri, iyilerden daha iyi tanıtılmış ve karakter tasarımlarına daha fazla emek verilmiş. “Düzen”in porno sinemaları ve sinagogları bombaladığı, banka soyduğu, yol kestiği ve Beyaz Saray’a saldırmayı planladığı ikinci yarı seyir zevki açısından ilk yarıya göre daha çok şey vaat ediyor. Aslında izleyici ilk yarıyı bir şekilde atlatmayı başarırsa ikinci yarıyı sevmesi kuvvetle muhtemel. Bunda finale doğru sadece heyecanın değil, Kurzel’ın yönetmenliğinin de atağa kalkmasının büyük etkisi vardır. Özellikle filmin son sahnesinde bir evin yanışını izleyicisine saniye saniye yaşatmasını gerçekten takdire şayan buluyorum. Burada görüntü yönetmeni Adam Arkapaw'u da tebrik etmek gerekir.
“Düzen”in iç terörizm yöntem kitabı olarak kullandığı “Turner Diaries” aslında bir çocuk kitabı olarak tanıtılıyor ve bugün hala Amerikalı aşırı sağcıların tutkuyla okuduğu bir kitap. Çünkü Bob Matthews’un ölüme rahatlıkla giderken belirttiği gibi bir adam ölse de fikirleri kolay kolay ölmüyor. Amerika’da hala beyaz üstünlüğü propagandası yapan, The Base ve Proud Boys gibi gruplar aktif ve bu siyasi iklimde sonları gelecekmiş gibi görünmüyor. Dolayısıyla geçmişte Costa-Gavras’ın aynı organizasyonu konu alan 1988 yapımı “Betrayed” filmiyle olduğu gibi, gelecekte de “Düzen” gibi sağcı beyaz grupların aşırılıklarını konu alan filmler izleyeceğiz. Gelecekte çekilecek filmlerin öncekilerden daha başarılı olmasını dilerim.
İdil Hazal ACAR