Elle buluşan ruhlar!
Yazar: Banu BozdemirAvustralyalı kardeşler Danny Philippou ve Michael Philippou'nun ilk uzun metrajlı filmleri Talk To Me / Konuş Benimle, daha çok özlem duygusu üzerinde yoğunlaşmış bir film. Arada çığlık attıran korku sekansları ve psikolojik detaylar da filmi ilgi çekici kılmayı başarıyor. Film gücünü annesini iki sene önce kaybetmiş, yoğun bir duygusal boşluk yaşayan, babasını terk edip yakın arkadaşı Jade ve ailesiyle yaşamaya başlayan Mia’ya borçlu aslında. Mia fiziksel duruşu ve duygusal yanıyla insanlardan uzak durmayı tercih ederken bir yandan da Jade ve ailesiyle kendisine yeni bir aile atama derdinde!
Film bir yanıyla The Evil Dead’ın gevezeliğinden ilham alırken, bir yandan da Ringu’nun genç versiyonuymuş gibi bir eşleşme yaşatıyor. Bir kapının açıldığı hissi yaratan film, duygusal açıklığın geçidinden sızan ruhların dünyasındaki yaralarla bizleri sınıyor ve gerçek dünyadaki karşılığıyla yüzleştiriyor.
Filmin akış fikri, el sıkışma pozisyonunda dondurulup mumyalanmış bir elin yarattığı eğlenceli bir ev partisiyle başlıyor. Kurallar eli tutmak ve konuş benimle demek. Karşınızda beliren hayalete bedeninizi sunarsanız o da hünerlerini göstermeye başlıyor. Eğlenceli, agresif, kimi zamanda şehvetli ruhlar dünyasının girdabında gidip gelme halleri, izleyen gençler tarafından kimi zaman kayda alınıyor, kimi zamanda komik anlar yaratıyor. Film bu anları ne kadar keyifli aksettirse de her an bir şey olacak sinyallerini hafiften tutuşturmayı da ihmal etmiyor.
Mia ve Jade’in erkek kardeşi Riley arasındaki bağın izleri film boyunca artarak devam ediyor. Okuldan dönerken yolda yaşadıkları bir olay da bütün geçitleri açık hale getirir türden ve bir sonraki sahnelere hazırlıyor. Yaralı bir kanguruyu acı dolu bir ölüme terk eden Mia, Riley’nin onu burada böyle bırakamayız serzenişleriyle bizi sonraki sahnelere hazırlar halde kuytuda bekliyor.
Fikir yeni değil, tam anlamıyla şekillenmiş de değil; özellikle de sürenin aşılıp ruhun serbest kalması sonucu yaşananlar, filmin ilk başta yarattığı odağı biraz kaybettirip, Mia’yı her yönden şaşkına çeviriyor. Olay şöyle gelişiyor: Mia ruhlarla el ele tutuşma seansını gerçek dünyanın dışına çıkıp, şimdiyi unutmak adına çok seviyor. Küçük kardeş Riley de ruhlar alemiyle el sıkışmak isteyince ablası Jade’in itirazlarına rağmen, Riley’i o dünyanın içine sokuyor. Riley ile iletişime geçenin annesinin sesi olduğunu düşünerek süreci uzatıyor ve hepsine zarar verecek bir gücü de serbest bırakmış oluyor. Riley ruhlar aleminde sıkışmış, acı çeker halde kalakalır, onun bedenini isteyen bir ruhun kuşatması altındadır. Mia kendisini suçlar. Riley ve ailesiyle kurmaya çalıştığı yeni aile imajı da yıkılmaya başlamıştır. Film bundan sonrasında bir karmaşa sarmalında yuvarlanıyor.
Filmin ilginç ve onu değerli kılan yanı, sosyal medyadan beslenen bir çılgınlığın maneviyatı da sahiplenmesi oluyor ve bu kesik bir elin kavranmasıyla mümkün hale geliyor. Bir yandan da bu elin, devam filmleri için harika bir araç olduğunu düşündürtüyor. Muhtemelen nasıl olduğuna karar veremesek de daha keskin ve ürkütücü hikayelerle devam etme olasılığı yüksek gibi.
Burada izlediğimiz şey, üzüntünün insanın kendi akıl ve bedeninden taşıp, başkaları için yarattığı zararı görüp izlemekle ilgili. Tabii çare bulmaya çalışmayı da. İkinci yarısı bir kayıp travması üzerinden giden filmin hacimli olduğu da aşikar. Korku sinemasına yeni bir soluk ve devam filmi getirecek türden. Sophie Wilde filmin açık ara iyisi…
twitter.com/banubozdemir