Boğa boğa nereye kadar?
Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu(Eleştiri yazısı yer yer sürprizbozan içerebilir)
Dişli yerel rakiplerine rağmen halen dijital platformların dinamosu olmaya devam eden Netflix, özellikle son birkaç ayda yerli sinemamızdan pek çok iş, oyuncu ve yaratıcı ekip devşirerek sektördeki ‘büyük abi’ pozisyonunu korumaya devam ediyor. Bu yapımların son meyvesi ise yine bir Hakan Günday - Onur Saylak işbirliği olan Boğa Boğa filmi olarak seyirci karşısına çıktı. 41. İstanbul Film Festivali kapsamında da tek seans ile beyaz perdede gösterilen film, bayram tatilinin ilk günü itibariyle Netflix platformunda, Türk ahalisinin oturma odasına da teşrif etti…
Türk edebiyatının nev-i şahsına münhasır kalemlerinden olan Hakan Günday, kendi romanı olan Daha’nın 2017 yılındaki sinema filmi uyarlamasından bu yana, (aradaki Müslüm filminin senaristliği bir yana) Onur Saylak ile çalışıyor ve görünen o ki bu verimli ikili biraz ayrıksı fikirlerini beraber hayata geçirmekten de baya bir keyif alıyorlar. Zira Daha (2017) filminden sonra gelen her iki dizi de, Şahsiyet (2018) ve Uysallar (2022), cesaret isteyen işler idi. Yapılan pek çok olumsuz eleştiriye rağmen ‘bir Şahsiyet değil’ ama ben Uysallar’ı da beğenmiş ve sevmiştim.
Şimdi ise karşımızda bir Netflix işi olarak Ay Yapım yapımcılığında hayata geçen, psikolojik suç gerilimi olarak sınıflandırabileceğimiz Boğa Boğa (2023) var. “Yönetmen ve senarist koltuklarında bu iki isim olduktan sonra yapımcı detayının ne önemi var?” diye söylenmeyin; zira, en sıradan seyirciler de dahil olmak üzere hepimiz biliyoruz ki bu işler, hele ki belli bir kalite çıtası arıyorsanız, parasız ve pek tabii iyi ekipsiz kotarılmıyor. Dahası bizim yerli sinema ve tv sektörümüzde yapımcı sıfatını üstlenip, yaratıcı ekiplere artistik cephede belli bir özgürlük alanı tanıyan, tabeladan öteye geçen yapımcı firmalar da halen iki elin parmaklarını geçmiyor. Boğa Boğa filminde ve gelecek benzer işlerde bu detayları aklımızın bir köşesinde tutarak yolumuza devam edelim…
Evli bir çift olan Yalın ve Beyza, hayatlarında yaşadıkları -ve yaşattıkları- sarsıcı bir karmaşadan sonra İstanbul’dan biraz uzaklaşmak için Assos’a doğru yol alırlar. Yalın, bir yatırım firması yöneticisidir ve yönettiği işler tepetaklak olunca hakkında soruşturma ve dava açılır. Kısa bir hapis süresinden sonra, yargı süreci devam ederken tahliye olur ve karısı Beyza ile birlikte ‘ikinci bir şans’ için Assos’a gelirler. Ya da en azından Beyza öyle sanmaktadır… Fakat filmin henüz ilk dönemeçlerinde anlarız ki Yalın az kişinin canını yakmamıştır. Geldiği bu sahil kasabasında da pek çok sıradan insanı cebindeki paradan etmiştir.
Burada senaryo açısından bir boşluk varmış gibi görünse de aslında o taş eve ilk vardıklarında anlıyoruz ki burası Yalın’ın babasının evi, yani aile buranın eski yerlisi; dolayısıyla direkt dile getirilmese de kasaba halkı, aslında Yalın’ın soyadına güvenip tüm paralarını onun şirketine emanet etmiş, sonra da batmış bir insanlar topluluğu. Yani yerel halkın duyduğu öfkenin ve hıncın altında ‘güvenin kazıklanmış olması’ hissiyatı var. Ve bu kazığı atanı kanlı canlı karşılarında görünce, onlara göre yapılacak tek bir şey kalıyor: intikam almak…
Senaryonun omurgası, kaçıp saklanmaya çalışan Yalın’ın üzerine gidilip adeta kışkırtılması ve yavaştan bir boğaya dönüşmesi üzerine kuruluyor. Filmin ilk bölümünde içinde bulunduğu ruh hali ve yaşadıkları, paranoya seviyesini de sonuna kadar köklerken, Kıvanç Tatlıtuğ’un çarpıcı oyunculuğu aslında bir dolandırıcı olan bu adamla bir şekilde karakter özdeşliği kurabilmemizi de sağlıyor! Ağlarken yanında olamasak da kendimizi Yalın’ı anlamaya çalışırken buluyoruz; çünkü boğalaştığında tek çaresi nefsi müdafaaymışcasına hareket etmesine olur veriyoruz! Seyirciyi konumlandırdığı ve içine düşürdüğü bakış açısı olarak gerçekten alkışlık bir perspektif sunuyor film.
Öte yandan, filmin en az Yalın kadar etkili olan ya da olması gereken diğer başrolü, Beyza karakteri maalesef çok boşlanmış. Saylak ve Günday ikilisinin hemen hemen tüm işlerinde maalesef benzer bir tutum sezinlememek elde değil. Çok erkek karakter odaklı hikayeler ve bakış açılarından dolayı, aynı ağırlıkta olması gereken kadın karakterin yer yer silikleştiğini dahi görüyoruz. Oysa elinizde Altın Kozalı bir oyuncu olan Funda Eryiğit var. Beyza karkaterinin pek ses getiren ön sevişme sahnesi haricinde çok daha derinlikli kullanılmasını ve esas hikayesinin son 15 dakikaya sıkıştırılmamasını yeğlerdim. Hatta hikayenin bazı yerlerinde Beyza’nın hamleleri o kadar havada kalıyor ki “Çekilip de atılan, kullanılmayan sahneler olabilir mi?” diye düşündürtmüyor değil. Keşke onlarca sembolik gönderme kadar Beyza’nın karakterini de anlayabilseydik…
Finali ülkemizin ‘yozlaşmış mozağine’ tokat niteliğinde olan senaryoya getirebileceğimiz bu eleştirilerin yanı sıra uzun giriş bölümünde bahsettiğimiz üzere, filmin yapım tasarımı açısından çıtası yüksekte konumlanıyor. Bakınız filmin muazzam görüntü yönetmeni bu işin ülkedeki en yetkin, en ödüllü isimlerinden biri olan Feza Çaldıran, kurguda yine ödüllü Ali Aga ve sanat yönetiminde Dilek ve Aykut Ayaztuna ikilisi mevcut. Yani yapımcı Kerem Çatay işini yine şansına bırakmamış. Bu bağlamda Feza Çaldıran’ın yine şapka çıkartılacak yetkinliğini büyük perdede seyredemediğine üzülüyor insan. Özgün müzikler ve müzik seçimleri de dahil tüm yaratıcı ekibin ellerine sağlık, final jeneriğinde kulağımıza çalınan Slayer pek çok metal müziksever açısından filmin anlamını daha iyi sırtlayacaktır. Pek tabii Daha (2017) filmine gönderilen büyük selamı ve Hayat Van Eck’in kısa ve bir o kadar da çarpıcı rolünü yeniden bu seyirlikte görmek oldukça keyifliydi. Saylak ve Günday ikilisinin başka çaprazlama projesi olur mu? Neden olmasın…
Boğa Boğa 21 Nisan’dan itibaren Netflix’te yayında; bayram keyfinde birkaç eşlikçi ile seyretmeniz tavsiye olunur…