BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
3,5
İyi
Maria

Bir Diva’nın Sessiz Çığlığı

Yazar: Onur Çakmak

“Vissi d’arte, vissi d’amore, non feci mai male ad anima viva…” (Sanat için yaşadım, aşk için yaşadım, asla bir canlıya zarar vermedim…) diye haykırır Tosca, Puccini’nin unutulmaz aryasında. Bu sözler yalnızca sahnedeki karakterin çaresizliğini değil, Maria Callas’ın hayatını tanımlayabilecek ifadelerden de biri niteliğinde.

Netflix

Maria Callas, 17. YY’da zirve yapan “bel kanto” tekniğine 1950lerde yeniden hayat veren eşsiz hançeresiyle bir opera sanatçısının ulaşabileceği en ileri merhaleye gelebilmiş; çevresine, sanat dünyasına, medyaya esin kaynağı olmuş ve dünyanın hemen her coğrafyasına ismini ulaştırabilmiş çok önemli bir soprano. Pablo Larraín’in yönettiği Maria, seyircisini bu efsanevi ismin son günlerine götüren bir biyografik dram olarak karşımıza çıkıyor. Angelina Jolie’nin başrolünde olduğu film, Callas’ın sesinin artık görkemini yitirdiği dönemdeki yalnızlığının, öfkesinin ve kırılganlığının dışavurumunu göstermeyi hedefliyor.

Pablo Larraín, biyografi türüne daha önce "Neruda", "Jackie" ve "Spencer" gibi yapımlarla yönelmiş bir yönetmen. Maria’da da bu türe getirdiği kendine has yorumunu sergileyerek izleyiciyi karakterin sanrılarla dolu dünyasına çekmeyi başarıyor. Larraín, Maria Callas’ın hayatını kronolojik bir sırayla anlatmak yerine, epizodik bir yapıyla onun Paris’teki son günlerine odaklanarak daha şiirsel bir anlatım tercih ediyor. Siyah-beyaz sekanslarda Callas’ın geçmişine, Aristotle Onassis’le yaşadığı tutkulu aşka dönerken kalan bölümlerde Paris’teki günlerine tanıklık ediyoruz. Kamera, 1970’lerin Paris’ini nostaljik bir kartpostal estetiğinde sunarken lüks ama soğuk dairesinde hapsolmuş sanatçıyı beceriyle perdeye aktarıyor.

Filmin ağır ilerleyen temposu Callas’ın halüsinasyonlarla dolu vakitlerinin daha iyi hissedilmesine yardımcı oluyor. Bu sanrılara Mandrax isimli bir ilaç neden oluyor. Callas’ın gerçekten ilaç kullandığı biliniyor ancak filmde kendisini ilacın etkisindeyken gördüğümüz anların benzerini yaşadığı doğrulanamamış durumda. Larraín, Callas’ın bu içsel yolculuğunu açığa çıkarmak için uzun planlar, yakın çekimler ve sessiz sahnelerden faydalanıyor. Uşağı Ferriccio (Pierfrancesco Favino) ve hizmetçisi Bruno (Alba Rohrwacher) karakterleri de Prima Donna’nın yaşamındaki son haftasının en yakın tanıkları. Hatta seyircinin, ikilinin yerine geçerek sanatçının durumuna acıması da istenmiş gibi, bu durum akışın içinde rahatsız edici olabiliyor.

***

Angelina Jolie’nin, Maria Callas rolüyle kariyerinin en iddialı performanslarından birini sergilediğini söylemek yanlış olmaz. Jolie’nin Callas’a hayat verirken gösterdiği titizlik ilk sahneden başlayarak anlaşılıyor. Film, sanatçının imajı ile gerçek kimliği arasındaki çatışmayı altını çizerek işliyor. Callas sahnede tanrıçalaşırken, perde arkasında kırılgan, sevilmek isteyen bir kadın var. Jolie, bu ikiliği başarıyla taşıyor. Callas’ın operayla nasıl var olduğunu ve aynı zamanda zirveden uzaklaşmanın onu nasıl tükettiğini görüyoruz. Ancak sanki bundan daha fazlasını görmemiz istenmemiş. Yönetmenin bu seçimi, yani Callas’ın zaaflarını ve yoksunluğunu fazlaca görüyor olmak anlatıyla ilgili bir soru işareti de doğuruyor.

Haluk Bilginer’in canlandırdığı Aristotle Onassis karakteri de oldukça etkileyici. Bilginer, yalnızca flashbacklerde görülüyor. Sınırlı süresine karşın Onassis’in güçlü ve obsesif kimliğini başarıyla yansıtıyor. Callas ve Onassis’in karmaşık ilişkisini perdeye taşırken gösterdiği performans, filmin bütününe önemli katkı sağlıyor.

Pierfrancesco Favino ve Alba Rohrwacher gibi Avrupa sinemasının önemli isimleri de yardımcı rollerde filme değer katıyor. Ancak Maria kesinlikle Jolie’nin performansı etrafında şekillenen bir film.

***

Steven Knight’ın senaryosu, Callas’ın yaşamındaki dramatik unsurları ön plana çıkarırken zaman zaman fazla teatral ve tekrara düşen diyaloglara yer veriyor. "Hayatım boyunca özgürlükler aldım ve dünya da benden özgürlükler aldı" gibi ifadeler, karakterin trajedisini faş etmekte başarılı olsa da yer yer filmin doğal akışını zorluyor. Ayrıca filmin ilk yarısında geride bıraktığı şaşaalı günlerin ve önündeki muhtemel sonun bilincinde, mevcut durumuna alaycı yaklaşan bir Callas görülürken, ikinci yarıda keskin sayılabilecek bir geçişle saldırgan bir ruh haline bürünüyor. Ancak reji bu boşlukları doldurmayı büyük ölçüde başarıyor. Gerçek ile hayal arasındaki sınırları belirsizleştirerek, Callas’ın zihnindeki hayaletleri ve geçmişin ağırlığını hissettiriyor.

Öte yandan "The Virgin Suicides", "Far from Heaven" ve "Carol" gibi yapımların da altında imzası bulunan Edward Lachman’a ait görüntü yönetimi, Callas’ın yalnızlığını ve duygusal karmaşasını yansıtmak adına sade ama etkileyici bir görsel dil kullanıyor. Parlak ışıklar ve canlı renklerden kaçınılarak, pastel tonlarda bir palet tercih edilmiş. Özellikle sanatçının evindeki kareler uzun uzun incelenmeye değer nitelikte.

Müzikler ise beklendiği gibi büyüleyici. Film, Callas’ın zirvedeki yıllarıyla ilgilenmese de akış boyunca kendisinin seslendirdiği ünlü aryalardan bazıları duyuluyor. Performans sahnelerinde Callas’ın neyin özlemini duyduğunu bir nebze olsun anlayabilmek mümkün oluyor. Final sahnesi ise bu anlamda bir kreşendo, Jolie’nin buradaki mahareti de oldukça etkileyici.

***

Son düzlükte Maria, Pablo Larraín’in filmografisinde önemli bir yer edinmeyi hak eden, özellikle görsel açıdan güçlü bir yapım. Oyunculuklar ve teknik unsurlar anlamında film son derece tatmin ediciyken, senaryo için aynı şeyi söylemek kolay değil. Basit bir arama sonucunda ne kadar değerli bir kadın sanatçı olduğu anlaşılabilecek Callas’ın hayatının en trajik dönemi üzerinden kendisini keşfetmek için bile kaçırılmaması gereken bir sinema eseri. Jolie’nin oyunculuğu, bu filmi yılın en dikkat çekici yapımlarından biri haline getirmeye yetebilir.

Onur ÇAKMAK

Daha Fazlasını Göster