Bir Kapı Aralıyor…
Yazar: Gizem Ertürk2024 yılının yerli sinemamız için en merak edilen filmlerinde başı çeken, Yüksel Aksu imzalı “Cem Karaca’nın Gözyaşları” filmi tartışmalarıyla birlikte nihayet vizyonda. Sinemamızda özellikle biyografi alanında büyük bir boşluk vardı. Yapımcılar da buradaki cevheri geç de olsa fark etmiş olacak ki “Müslüm”den “Bergen”e; “Barış Akarsu”dan “Murat Göğebakan”a birçok ünlü ismin hayatı beyaz perdeye taşındı. Kaliteleri tartışılır; kimisi gerçekten hakkını vermiş olsa da kimisi deFlash TV yapımı “Gerçek Kesit”vari olmaktan öteye gidemedi.
Şimdi dönelim mevzu bahis filmimize… Vizyon öncesi yaşananları biliyorsunuz. “Cem Karaca”nın eşi İlkim Karaca, filmin çekimlerinin durdurulmasını ve filme ait olan hiçbir kaydın yayımlanmamasını istemişti. İtiraz ve mahkeme sürecinin ardından çok kısa bir süre sonra filmin çekimleri kaldığı yerden devam etti ve tamamlandı. Filmin baş danışmanı Cem Karaca’nın oğlu Emrah Karaca olunca da ailenin birinci derece fertlerinden birinin rızasıyla sanatçının hayatı kendi deyimleriyle anısına yakışır bir şekilde sinemaya aktarılmış oldu.
İsmail Hacıoğlu günümüzün en yetenekli oyuncularından biri, Kıvanç Tatlıtuğ mu İsmail Hacıoğlu’mu deseniz kesinlikle Hacıoğlu’nu seçerim. Yeteneğinin verdiği müthiş bir karizması var Hacıoğlu’nun… Rol aldığı her işin hakkını da fersah fersah veriyor. Yakışıklılık, güzellik, çirkinlik gibi göreceli kavramların gölgesinde kalmayacak kadar iyi bir oyuncu. Bu parantezi de kapattıktan sonra "Cem Karaca’nın Gözyaşları"nı konuşmaya başlayabiliriz.
Öncelikle yerli biyografilerimizin en büyük hatası, sanatçının hayatını beşikten mezara anlatma gafletinde bulunması. Deneyimli yönetmen Yüksel Aksu bu tuzağa düşmüyor ve müzisyenin ilk gençliğinden, 80’li yılların sonundaki Türkiye’ye dönüşüne kadar olan süreyi merkezine alıyor. Bu süreçte de ailesiyle, özellikle de babasıyla olan ilişkisi yakın markajda… Aile ilişkilerine paralel olarak genç Karaca’nın batının etkisinden çıkıp -özellikle askerliği sürecinde- yüzünü Anadolu’ya dönmesi ve sonrasında yükselişe geçen politik duruşuna da değiniyor.
Ancak sanatçının Kanlı 1 Mayıs olarak da bilinen Taksim’deki 1977 olayları ve 1 Mayıs marşı sonrası ülkeden gitmesine yol açacak ve uzun yıllar sürgün hayatı yaşadığı Almanya süreci tahmin edilebilir sebeplerden oldukça üstü kapalı hatta deyim yerindeyse yüzeysel işlenmiş. Karaca’nın gurbette geçirdiği 10 yıla yakın sürede sadece otel odasında içip ağladığın düşünmek protest kimliğine biraz haksızlık olmuş. Zira sanatçının o dönemde Türkiye’den sürgün edilen Selda Bağcan, Melike Demirağ gibi isimlerle yakın temasta olduğunu biliyoruz. Bu filmde gösterilemese bile izledikten sonra genç kuşağın merakını cezbederse bu dönemi araştırabileceği ziyadesiyle kaynak bulunuyor. En azından buna vesile olabilme ihtimali bile sevindirici.
"Beni bıraksalar beş sene daha çalışabilirdim herhalde, bu proje üstüne. Çünkü çalıştıkça bir şeyler gelişiyor” diyen İsmail Hacıoğlu’nun nefis performansına bir kere daha değinmekte fayda var. Benim diyen müzisyenlerin bile kötü bir taklitten öteye gidemediği Cem Karaca şarkılarını neredeyse gerçeğinden ayırt edemeyeceğimiz kadar başarıyla yorumlayan Hacıoğlu alkışların en büyüğünü hak ediyor. Hatta yönetmen Yüksel Aksu bile Hacıoğlu’nun şarkıları kendi söyleme fikrine başta karşı çıkmış. Ancak oyuncu ısrar etmiş. İyi ki de öyle yapmış. Eğer böyle olmasaydı filmin inandırıcılığı büyük ölçüde kan kaybederdi diye düşünüyorum. Cem Karaca’nın tiyatrocu ailesi Mehmet İbrahim Karaca ve Toto Karaca’yı canlandıran Fikret Kuşkan ve Yasemin Yalçın ikilisi yer yer büyük oynamanın dozunu biraz kaçırsa da rollerinin hakkını fazlasıyla veriyor.
Bir eksik de Cem Karaca’nın en ikonik şarkılarından, bestesi Mehmet Soyarslan’a ait olan Resimdeki Gözyaşları’nın filmde yer alamaması… Soyarslan’a ait bir başka eser olan “Bu Son Olsun”un AK Parti İBB Başkan Adayı Murat Kurum'un, Türkiye Yüzyılı İstanbul Vizyonu Toplantısı'nda çalması bu soruya bir nebze olan cevap olmuştur diye umuyorum.
Gördüğünüz gibi Anadolu rock ve protest müziğin simgelerinden Karaca’nın peşini hayatı boyunca muzdarip olduğu siyasi mevzular ölümünden sonra da bırakmıyor. Hayatın kendisi politiktir. Gerçek bir sanatçının hayatının da bundan kopuk olması düşünülemez. Ancak günümüzde Cem Karaca artık siyaset üstü, bu topraklara mal olmuş; kendi deyimiyle “Türkiye’nin Sesi”dir…
Bu bağlamda politik taraftaki eksikliklerine rağmen aile hayatıyla ön plana çıkan “Cem Karaca’nın Gözyaşları” biyografisi, özellikle genç kuşaklar için Cem Karaca’nın hayatına giriş kılavuzu olabilecek cinsten… Bir kapı aralıyor ve o kapının ardından bir dünya var. Açıp bakmak isteyene, meraklısına…
Tüm bedel ödemiş ve ödeyen sanatçılara saygıyla...