Parasosyal Hiciv
Yazar: Tuğçe Madayanti ŞenYaratıcılığı, özgünlüğü ve konuya yaklaşımı açısından dikkat çeken bir yönetmen Kristoffer Borgli. Alışılmadık tarzının sinyallerini, 2013 yapımı kısa filmi “Whateverist”in kısa süresinde elde ettiği duygusal derinlikle zaten vermişti. Paranoya ve sahte haberlerden oluşan kültürel ortamımıza gözünü çevirdiği 2021 yapımı “Eer” kısa filmini de aynı şekilde dahil etmek gerek yönetmenin istikrarlı başarısına.
Pek çok hatırı sayılır kısa filmden sonra ilk uzun metraj filmi olan 2022 yapımı “Sick of Myself” (İlgi Manyağı) ile yönetmenin sinema anlayışı iyiden iyiye belirlenmiş oldu. Düşündürücü ve görsel açıdan dikkat çekici olan bu film ciddi bir karakter çalışmasıydı. Ana karakteri Signe’nin rekabetçi ve sağlıksız karakteri ile çok sert bir dönüşüm geçiren hikayesi fazlasıyla orijinaldi. Yönetmenin yenilikçi tarzıyla örtüşen filmin orijinal konusu filmi izleyenlerin hafızasından çıkmayacak türdendi. A24 filmlerini seviyorum. O kadar başarılı bir yaratıcı ekibi var ki bu yapım şirketinin, türü ne olursa olsun bütün filmlerinde hep bir farklılık ve farkındalık yer alıyor. O sebeple bir önceki filminde ilgi çekmenin, konuşulmanın yani ünlü olmanın açlığını çok ağır bir şekilde hicvettiği filmi “Sick of Myself’”in ne kadar özel olduğunu fark ederek Norveçli yönetmen Kristoffer Borgli ile yollarının kesişmiş olmasına ayrı bir sevindim.
Yönetmenin A24 yapımı ikinci uzun metrajı olan “Dream Scenario” (Rüya Senaryo) bu hafta vizyona girdi. Özellikle, her şeyi gördüğünü sanan bezmiş izleyicilere bu film iyi gelecektir. Son derece orijinal olan hikayesi ve de Nicolas Cage'in harika performansı zihninizi tamamen meşgul edecektir. Gözlüklü, saçları dökülmüş, sürekli eskimiş tüylü yakalı anorak giyen, heyecanı olmayan Profesör Paul Matthews olarak karşımıza çıkıyor Nicolas Cage bu filmde. Biyoloji dersinde, sürüden ayrılan hayvanların tehlikelerden kaçınmak için evrimleşmesi üzerine ders verirken tanışıyoruz kendisiyle.
Cage'in övgüye değer performansının karakterine kattığı hiciv çok değerli. Sadece iyi bir oyuncu olması değil mesele burada. Cage’in kültürümüzdeki yeri de etkili rol oynamakta. Personanın, gerçekte kim olduğunun önüne geçmesi meselesine, oyuncunun sadece varlığı ile bile eklediği katman son derece ilgi çekiciydi. Deneyimli ünlü bir oyuncudan ziyade, tüm yaşanmışlıklarından personasına, gerçekte kim olduğuna kadar elindeki her şeyi karakterine kanalize etmiş bir insan var karşımızda. İzlerken onun Nicolas Cage olduğunu unuttuğunuz aşamaya geldikten sonraki performansını izlemek ise apayrı bir keyifti. Ne yazık ki bu performansı Akademi görmezden geldi. Ama umarım sizler izler ve değerlendirirsiniz.
Kendisini olağanüstü bir olayın merkezinde bulduğunda hayatı hiç beklenmedik bir şekilde değişen bu profesörün başına gelen şey şu; Paul, dünya çapında milyonlarca insanın rüyasında görünmeye başlar ve bu onu bir fenomen olarak, küresel medya şöhreti mertebesine taşır. Bir hikayenin bu kadar kaygısız ilerleyip, bu kadar uyarıcı olabilmesi elbetteki tesadüfi değil. Çok tuhaf bir yolla gelen şöhretin deneyimi ile kendine yabancılaşan oldukça akıllı bir senaryosu var “Dream Scenario” filminin.
Medya aracılığıyla bir kişiye, karaktere, ünlüye veya kamusal bir figüre karşı geliştirilen bir tür sosyal bağı anlatan ‘parasosyal ilişki’ üzerine bir film “Dream Scenario”. Dünyanın en sıkıcı ve renksiz insanının binlerce yabancının rüyasında belirerek özel bir insan mertebesine yükselmesi, ünlü olması, etrafının onunla selfie çektirmek isteyenlerle dolması ve reklam pazarlama ajansları tarafından viral sansasyona dönüştürülmek istenmesi oldukça tuhaf bir hikaye açılımı sunuyor.
Ama bu açılımın daha da tuhaf ayağını oluşturan gelişme, yükselen şeyin aşağı inmesi gerektiğinden, gerçekdışılıkla başlayan olayların sarpa sararak aşağı yönde ivme kazanmasıyla bir kabusa dönüşmesindeydi. Rüyaların kabusa dönüşmesiyle, Paul’ün "Freddy Krueger" lakabını kazanmasından bahsediyorum. Öğrencilerin onunla aynı ortamda kendilerini rahat hissetmedikleri için derslerinden kaçmaya başlaması gibi. Hatta durum o kadar kötüleşiyor ki dekan onu ücretli izin almaya zorluyor, bir restorana gittiğinde şiddet görüyor. Ve tüm bunlar yani yükselişin de düşüşün de aslında Paul’ün yaptığı herhangi bir şeyden dolayı olmaması ile Borgli'nin senaryosu, olumlu türden viral şöhretin ne kadar kolay çirkinleşebileceği hakkında söyledikleri oldukça etkileyici bir hal alıyor.
Kristoffer Borgli'nin yönetmenliği, özellikle rüya sahnelerinde izleyeni çok etkiliyor. Şiddetin ağırlık kazandığı alanlar başta olmak üzere, filmin gerçeküstü doğasının vurguladığı bilinçaltı mesaj dolu sahneler, yönetmen Borgli’nin amacına ulaştığı esas sahneler olarak yer alıyor. Absürt kara komedi ve fanteziye dayanan yapısında, bazı sahnelerin fazlasıyla utandıran (cringe) olması insanı çok geriyor. Hatta filmin ortalarında yer alan seks girişimi sahnesinde yaşananlar, izleyiciyi acı çektirecek kadar utandıran (cringe) cinstendi.
Benzer bir duyguyu “Beau Is Afraid” filminde de izlemiştik ki bu filmden bu sene sıkça bahsettik. Film diğer bir harika yönetmen olan Ari Aster’indi. İşte bu Ari Aster “Dream Scenario” filminin yapımcılarından biri. Son derece yetenekli, yaratıcı bir beyin olan Ari Aster’in de A24 yapımı ile yollarının kesişmiş olması tesadüfi değil elbette. Sonuçta görünen o ki, doğru stüdyonun doğru bir yönetmenle birlikteliğinin ne kadar önemli olduğunun kanıtlarıydı bu iki film de. Sıradan bir izleyici olmadığınızı düşünüyorsanız bu film tam size göre.