Sadece Priscilla’nın Gözünden
Yazar: Tuğçe Madayanti ŞenSofia Coppola'nın "Priscilla" filmini biyografik bir yapım olarak görmemek gerek. Elvis Presley ve Priscilla Beaulieu'nun dillere destan, tuhaf aşk hikayesini keşfetmek amacı taşıyan ve sadece Priscilla'nın perspektifinden hikayeyi anlatmayı amaçlayan bir film. Elvis'in yüceltilmesini bir kenara bırakarak yola çıkan yönetmenin filmde Elvis’i tamamen silmiş olması tüm dengeleri bozmuş. Gerçek Priscilla Presley'in, filmin baş yapımcısı ve ortak yazarı olarak görev yapmasıyla, hikayesinin olabildiğince gerçekçi olmasını sağladığı söylenmekte. Zaten yer yer, Priscilla Presley’in 1985 tarihli "Elvis ve Ben" adlı anı kitabından bölümler izliyor oluşumuz kendini fazlasıyla belli ediyordu. Böylesine hassas bir hikayede, filmin daha sorumlulukla hareket etmesi iyi olurdu.
Tarihsel anlatıları alternatif perspektiflerden yeniden incelemek aydınlatıcı açıklamalar getirebilirken, "Priscilla" nihayetinde potansiyelinin altında kalarak izleyicileri hayal kırıklığına uğratabilir. Ancak filmi -çok büyük bir figürün göz kamaştırıcı cazibesine kapılan, ardından kendini boğucu bir varoluşun içinde hapsolmuş bulan genç ve melankolik bir kadının hikayesi- olarak görürseniz, filmden keyif alabilirsiniz. Lakin bunun için de Elvis’i yok saymak biraz abes kaçabilir. Coppola’nın, Elvis'in benmerkezciliğine karşı Priscilla'nın masumiyetine ve kırılganlığına odaklanmış olduğu, filmin daha en başından belli oluyor. Detaylara gösterdiği titizlikle, Priscilla ve Elvis'in Almanya'daki kader buluşmalarından 1972'deki nihai ayrılıklarına kadar uzanan çalkantılı ilişkileri boyunca gelişen bir anlatı oluşturuyor yönetmen. Coppola’nın feminist hassasiyetler için hikayede aldığı kararlar, Priscilla ve Elvis'in ilişkisinin karmaşıklığının hakkını veremeyen, tarihsel gerçekliklere pek adil davranmayan ve Elvis’i sadece narsist bağımlı bir erkek tek boyutluluğuna sıkıştıran bir filme dönüştürüyor. Bu da filmin izleyicide uyandırmak istediği etkinin dengesini oldukça bozuyor.
Priscilla (Cailee Spaeny), ailesiyle birlikte Batı Almanya'daki bir askeri üstte yaşayan 14 yaşında utangaç bir kız olarak karşımıza çıkıyor. Bir gün, denizaşırı ülkelerde görev yapan Amerikalı bir süperstarla tanışmak için imrenilecek bir davetiye alıyor. Ve o isim de Elvis Presley (Jacob Elordi) oluyor. Bu ikili tanışınca hissettirilen, dünya durma hali, açıkçası ortada gerçekten bir aşk varmış dedirtiyor. Aralarındaki yaş farkı nedeniyle Priscilla’nın ailesinin karşı çıkmasına rağmen, Elvis Almanya'dayken ikisinin görüşmeye devam etmesi ile de bu aşkın coşkusunu yönetmen oldukça iyi yansıtıyor. Tüm gençler defterlerine Elvis'in adının yazıp etrafına kalpler çizerken, genç Priscilla’nın bunun yerine Elvis’in elini tutuyor oluşu, filmin atmosferindeki tüm melankolik havayı kıran bir motivasyona dönüşüyor.
Cailee Spaeny'nin performansı, gözü ışık ve aşk dolu masum bir genç kızdan, hayal kırıklığına uğramış bir yetişkine doğru evrilen karakterinin nüanslarını yakalamayı başarıyor. Ancak “Priscilla” filminin bocaladığı nokta, temposu ve hassas konuları ele alış biçimi. Umut verici bir başlangıca rağmen, film ağır hikaye anlatımına yenik düşüyor ve izleyicileri anlatının pek de ilerlemediği uzun ve tekrar sahnelere boğuyor. Filmin en büyük ciddiyet kaybı, Priscilla ve Elvis'in cinsel dinamiğini ele alışında yatıyor. Gerçek hikayenin ve dönemin tabloidlerinin kalbini oluşturan bu tema, bu anların eksik tutulması ile filmin oturaklığının sorgulanmasına neden oluyor. “Priscilla” filminde bir diğer göze çarpan eksiklik, Elvis'in ikonik müziğinin yokluğu. Bu karar filmin en önemli kimliğini yok etmekte ve müzisyenin tasvirinde çok büyük bir boşluk bırakmakta. Her ne kadar bütçe kısıtlamalarının bunda rol oynadığını düşünsem de Elvis'in müziğinin filmde hiç olmayışı anlatının gerçekliğini ve sürükleyiciliğini azaltıyor. Bir kadın hikayesinden yola çıkılmış olsa da, Elvis’in temsiliyetini bu aşırılıkta törpülemek asimetrik bir hikaye anlatımını doğuruyor.