Tereddüt çıkmazları!
Yazar: Banu Bozdemir43. İstanbul Film Festivali’nde FIPRESCI ödülünü kazanan, Tülin Özen’e En İyi Kadın Oyuncu ve Selman Nacar’a En İyi Yönetmen ödülünü getiren Tereddüt Çizgisi filmi, beyin ölümü gerçekleşmiş annesinin hayatıyla ilgili bir türlü karar veremeyen, öte yandan da cinayetle yargılanan Musa’nın davası için varını yoğunu ortaya koyan avukat Canan’ın hikayesine göz atıyor. Filmde Canan’ın kendi hayatındaki kararsızlıkla, Musa’nın davası karşısında gösterdiği kararlılık çarpışsa da bir noktadan sonra birbirini yakalayan ve tamamlayan hikayeler haline geliyor.
Yönetmen ikinci filminde kurumlarda yaşanan köhneliği, sakilliği ve çökmüşlüğü birebir yaşatarak, bir kadın avukatın erkek avukat karşısında daha fazla çabalayan tavrıyla, hakim ve savcının ise yargılayıcı tavırlarının davanın devam etmesini zaruri buldukları bir anlayışa karşımıza getiriyor. Canan’ın azmi ve kararlılığı karşısında onu bir yandan takdir ederken bir yandan da taviz veren tavrıyla şaşkına dönüyoruz. Çaresizliğin ortasında yakaladığımız Canan’ın midesinde yaşadığı sorunlar da bu çözümsüzlük ve hazımsızlığın bir yansıması. Bir yandan da annesine vakit ayıramadığı zamanın telafisini, onun makinedeki zamanını uzatarak yapmaya çalışıyor. Hastane ve mahkeme arasında mekik dokuması iki olayın da çaresizce hayat kurtarma çerçevesinde buluşmasına olanak sağlıyor.
Tabii filmin karanlık noktaları da mevcut. Mesela Musa tarafından Canan’a yollanan mektupta ona anlatmadığı ve davanın seyrini değiştirebilecek bilgiler bize pek sızdırılmıyor. Orada ikilemde kalan Canan kadar biz de sınanıyoruz. Üç kere hakim karşısına çıkan Canan her seferinde ısrarla aynı şeylere vurgu yaparak, delillerin karartıldığını söyleyerek Musa’nın cinayeti işlemediğini savunur. Musa’nın fabrikaya giriş görüntülerini birkaç kez Canan’ın elindeki telefondan bize de izleten yönetmen, bizim de gerçeklik algımızı manipüle etmeye çalışıyor. Mahkemenin çöken tavanı sistemin bitişini vurgularken, Canan’ın kanayan burnu da davanın seyrinin istenilen ölçüde gitmediğine vurgu yapıyor.
Musa hapishaneye bir daha dönerse intihar edeceğini söylüyor. Bu da hapishanedeki koşulların ne denli yıpratıcı olduğunu gösteren bir anekdot. Hatta Musa’nın bileklerinde daha önce denediği intiharın çizikleri mevcut. Onlar filme ismini veren çizikler olabilir, tersinden okursak ölümle yaşam arasında yaşamı ve Canan’ın onu canhıraş savunmasına olan güveni temsil ediyor. Musa’nın Canan’a olan teslimiyeti ve annesinin kaybıyla sınanan Canan’ın davayı kazanmaya olan azmi kaybetmenin sınanmasıyla doğru orantılı bir şekilde ilerliyor.
Filmi Uşak’ta çeken Nacar, daha çok kapalı mekanları, dar alan ve açıları kullanmasına rağmen dış mekanlarda karanlık bir boyut yakalayıp kıstırılmışlığı ve belirsizliği üstümüzde sonlandırıyor. Canan’ın yolunun düştüğü her mekanın köhneliği, işlevsizliğinden dem vuran yönetmen, Canan’ı da bu sistemin bir tedarikçisi olarak en az onlar kadar yargılıyor ve aynı kefeye koyuyor. Tülin Özen’in iyi bir şekilde sırtlandığı karakter seyirciyi ikilemde bırakıyor, tıpkı filmdeki diğer kişiler ve olaylar gibi… Her an o tereddüt noktasını, çizgisini ve gerilimini hissettiğimiz, kimsenin net olmadığı bir muğlaklıkla ilerleyen film bizi de aynı çıkmazda bırakıyor. Eksik yanları olmasına rağmen birçok kavramı yeniden sorgulamamızı sağlıyor.
twitter.com/banubozdemir