Siyasi hicvin zirvelerinde bir vampir!
Yazar: Duygu KocabaylıoğluŞilili yönetmen Pablo Larraín, yaşanmış bir gerçeklikten uyarladığı No/Hayır (2012) filminden 11 sene sonra gelen El Conde/Kont (2023) ile ülkesinin berbat şöhretli diktatörü Augusto Pinochet'yi tam merkezine alarak, bu sefer kara komedinin ağırlıkta olduğu bir politik hiciv tasarlıyor. Siyasi boyutu da olan yaşanmış öyküleri beyaz perdeye aktarmayı sevdiğini bildiğimiz Larraín (bknz. Jackie, Neruda, Spencer), El Conde ile Pinochet'ye karşı tabiri caizse açıyor ağzını yumuyor gözünü. Nasıl mı? Örneğin bir diktatöre karşı, o diktatörlükte çekilemeyecek kadar sert bir dil kullanıyor, diyebiliriz rahatlıkla. Çünkü karşımızda halkının kanını emmekten zerrece çekinmeyen bir vampir general-başkan oturuyor!
Netflix’teki dijital yayınından önce sınırlı sayıda seyirciye ulaşan Kont, Şili’de askeri bir darbe ile Salvador Allende'yi ve dolayısıyla ülkedeki sivil yönetimi alaşağı eden ve 8 sene Cunta Hükümeti Başkanı, 16 sene devlet başkanı olarak ülkeyi yöneten Augusto Pinochet’nin modern bir vampir olarak portresini çizme derdinde. Senaryoyu daha önce de birden çok kez beraber çalıştığı Guillermo Calderón ile beraber kaleme alan Larraín’in 3. Dünya ülkelerine çok da yabancı olmayan bu tasviri, Pinochet’ye özellikle iktidarından ve ölümünden sonra yöneltilen hırsızlık, kamu kaynaklarını kendisinin ve yakınlarının çıkarına kullanma, ihalelere fesat karıştırıp peşkeş çekme, ülke dışı hesaplarda kara para aklama gibi mali suçlar üzerinden kurgulamayı tercih ediyor. Pinochet iktidarında gerçekleştirilen ‘sosyalistleri ve komünistleri temizleme’ operasyonlarına da yer veriliyor şüphesiz ama Calderón ve Larraín ikilisi “bu vahşi adam ve ailesi Şili’yi, Şili halkını kanının son damlasına kadar emerek sömüren bir grup azılı ve adi hırsızdı” vurgusunu kullanmayı tercih ediyor. Mesajı bu kadar netken neden vampir kültünü eğip büküp form olarak kullanmasın ki?
Filmdeki vampirlik unsurları alışılagelmiş vampir kültüne birebir uymasa da, 2000’li yılların ortasından itibaren zaten bu geleneklerin çok fazla eğilip büküldüğünü gördük. Bu bağlamda, vampirlik temasını kendi yorumuyla önümüze getiren filmde çok da mantıklı bağlar aramamak gerek. Pinochet’nin geçmiş kimliklerini yok edip neredeyse 250 yıl herkesi atlatarak dünyanın farklı yerlerinde farklı hayatlar yaşayabilmesi, bildiğimiz vampirlere nazaran yavaş da olsa fiziken yaşlanabilmesi, gün ışığında ölmemesi, kendisinden doğan çocukların normal insanlar olması gibi detaylara takılmayın ve kendi hikayesinin doğrulanması için en başından itibaren sesini duyduğumuz anlatıcının yaptığı sürprizli finali bekleyin. Zira Larraín seyircinin kafasında biçime dair dönen bu sorulara son 20 dakikada cevap vermeyi tercih etmiş.
Öte yandan ödüllü oyuncu Jaime Vadell, bu bağlamda pürüzsüz bir oyunculuk ortaya koyuyor; senaryonun kendisine verdiği her şeyi kamera önünde canlandırmayı başaran oyuncuya eşlik eden yan karakterler ise performans başarısından öte, maalesef biraz yan karakterlerin öykülerinin boşlanmasının azizliğine uğruyor. En çok üzerine gidilen karakter olan eş Lucia Pinochet (Gloria Münchmeyer) bile birtakım klişelere kurban ediliyor; keza ailenin çocukları da maalesef benzer bir kaderi paylaşıyorlar. Pinochet’in ailesi para hırsıyla dolu bencil insanlar olarak gösterilirken, filmin en ilgi çekici karakteri ise muhasebeci rahibe Carmencita rolündeki Paula Luchsinger olarak öne çıkıyor. Saf bir Tanrı aşkıyla dolu Carmen, neyse ki öykü boyunca karakter değişimine uğrayarak akışın sıradanlığını bozmayı başarıyor. Keşke onun da alt öyküsü biraz daha dolu olsaydı…
Öte yandan filmin siyah-beyaz renk tercihinin neden bu yönde olduğunu da aslında öykünün şiddet sahneleri karşımıza çıktıkça daha iyi anlıyoruz. Gore düzeyine varmasa da, siyasi hiciv ile paralel kurgulanan vampir vahşeti, bir noktadan sonra estetize bile ediliyor. Bu bağlamda görsel efektlerin de, en azından bir dijital platform seyri/ev sineması açısından tatminkar düzeyde olduğunu vurgulayalım.
Sonuç olarak, El Conde/Kont, bir vampir kültü arayışında olan izleyicileri hafif hayal kırıklığına uğratabilir ama getirdiği sert politik taşlamalar ile eleştirel bakışını, kimilerine göre yalapşap ya da tutarsız olarak nitelendirilebilecek finaline rağmen, dik tutmayı başarıyor. Ne diyelim, her memleketin diktatörü kendisine vampir…
İyi seyirler!