Her Şeye Rağmen Gülün
Yazar: Onur KırşavoğluÇektiği iki kısa film sonrası, ilk uzun metraj yönetmenlik denemesini gerçekleştiren Parker Finn’in filmi Smile (Gülümse), sinemalarımızdaki yerini aldı. Yakın zamanda Kate Winslet’ın adeta döktürdüğü Mare of Easttown’da karşımıza çıkan Sosie Bacon’ın başrolde yer aldığı filmde, American Horror Story’den tanıdığımız Robin Weigert, Kyle Gallner ve Jessie T. Usher gibi isimler ona eşlik ediyor. Film, bir hastasının ölümü sonrası travma yaşayan ve kendisine şeytani güçlerin musallat olduğunu söyleyen Doktor Rose Cotter’ın hikayesine odaklanıyor. Film, korku türünü sevenlerin memnun kalacağı birçok özelliği barındırıyor ve son dönemde korku filmi çöplüğüne dönüşen vizyonda nispeten iyi bir yerde duruyor diyelim ve filme geçelim.
Filmin iyi çalışan birçok özelliği var, bunun yanında içerik olarak da güzel giydirilmiş bir hikaye çatısı mevcut ama sonlara doğru klişelerden kurtulamayıp, güç kaybettiren bir finalle yolculuğunu tamamlıyor. Rose’un başına gelenler üzerinden, insanların en yakınlarıyla yaşadıkları güven sorunları, intihar ve geçmiş travmaların izlerinin irdelenmesi ve ölüme giderken gülümsemenin bir sembole dönüşmesi gibi hikayede güzel işlenmiş dertler var. Bunlar daha ziyade filmin ilk saatine tekabül ediyor. Bu noktada çok iyi çekilmiş sahneler (doğum günü) bizi karşılıyor. Korku türünü seven izleyicileri mest edecek jump-scare manevraların çokluğu da yine bu bölümle hızını artırıyor. Tabii bunlar olumlu ya da olumsuz anlamda izleyiciyi etkileyecek türden yedirilmiş. Yavaş yavaş merak unsurunun devreye girmesi, bir nevi kedi-fare oyununa evrilmesi ve tüm bunların temposunun harika ayarlanmasıyla filmin ilk yarısı ve biraz fazlası korku türü için güzel sonuçlarla akıyor. Sosie Bacon’ın sağlam performansı da bu bakışa güç katıyor ve korkuseverler uzun bir süre sonra çöplükten iyi bir malzeme yakalamayı başarıyor ama daha fazlası için güzelim potansiyel doğru kullanılamıyor ve final bölümü bir anda gece yarısı TV kuşağındaki üçüncü sınıf filmlerin tadını yakalıyor. Totalde, yine de olumlu bir sonuç çıkarmak mümkün ama belki de bir korku klasiği olma fırsatı final yüzünden kaçırılmış oluyor. Buradaki bir başka etken de filmin süresinin neredeyse iki saat olması. 90-100 dakika gibi bir tercih yapılsa ve sarkan bazı yerler kurguda çıkarılsa film olduğundan çok daha güçlü bir hale kavuşabilirdi demek gerekiyor.
Rose'un yaşadığı zihinsel ve duygusal düşüşü ve ters yüz oluşu yönetmen Finn, biçimsel bazı numaralarla vermeye çalışmış ve bunda da oldukça başarılı olmuş. Kadrajı, daha doğrusu kamerayı yavaş yavaş tersine çevirmek, peliküle yansıyan sahneyi tamamen baş aşağı çevirmek, karakterlere aniden yaptığı yakın çekimler ve gökyüzünden yakaladığı geniş açılar soğuk ve yaşanılan ruhsal değişikliklere yardımcı oluyor. Bizi de Rose’la birlikte yavaş yavaş düşürüyor ve kötülüğün kucağına bırakıyor. Buna ek olarak gri tonların ağırlıklı olduğu sinematografi tercihi, kırmızı, gotik ya da benzeri bir sert tonlama kullanmama tercihiyle birleşince korku türünden çok, sağlam bir psikolojik gerilim izleme deneyimi hissiyatı veriyor ve bu da oldukça başarıyla sonuçlanan bir anlatımı ortaya çıkarıyor. Mekanlar, atmosfer ve Rose’un ruh hali değiştikçe de renk paletleri durmadan değişiyor. Yani, bol klişe potansiyelli bir korku türünde böyle yenilikler elde etmek, kesinlikle harika bir yönetmenlik becerisi anlamına geliyor. Finn’in bir sonraki filminin de heyecanla beklenenler listesine girmesi demek oluyor.
Filmin olumsuz yanına ve “spoilersız” finaline gelecek olursak; Rose’un eşiyle yaşadığı, kız kardeşiyle yaşadığı, küçükken annesiyle yaşadığı ve ona yardım eden polis arkadaşıyla yaşadığı birçok geçmiş hesaplaşması var. Bunların bazıları hikayeye güzelce destek olurken, bazıları kötü etki bırakıyor ve final kapısını açıyor. Bu yoldan gidince de finale giderken üçüncü sınıf filmlerin bazı klişelerine yakalanmaktan kaçamıyor. Hatta, finaldeki sahnelerde bir miktar gülünç durumlar bile ortaya çıkıyor. Bu final, filmin bütününe ve yukarıda saydığım olumlu yanlarına çok zarar vermiyor ama yine belirttiğim üzere çok daha iyisi ihtimalini zedeliyor. Biraz da ticari kararla verilen final seçimi daha kötü bir noktayı getiriyor. Seçim tamamen yönetmenin elinde olsa eminim final bu şekilde olmazdı. İlk filmini çeken bir yönetmen, şirket için devam filmleri konusunda bir alan açmak zorunda kalabiliyor. Velhasıl, iyi çekilmiş, iyi oynanmış ve genel itibarıyla güzel kotarılmış bir film Gülümse. Özellikle, son yıllarda tamamen bir çöplüğe dönüşen, ülkemizde daha da vahim bir halde bulunan salt/popüler korku türü için umut vaat etmemizi sağlıyor. Yani olumsuz yanlarını bir kenara atın ve her şeye rağmen gülün!