Suçlu ne sensin ne de ben!
Yazar: Banu BozdemirFrançois Ozon için düzenli ve hızlı film üretmeyi başaran yönetmenlerden biri desek yanlış olmaz. İlk filmini 1988 yılında bir kısa film olarak çekmişti ve ondan beri inanılmaz bir hızda üretmeye devam ediyor. Her filminde aynı etkiyi yakalamak imkansız olsa da belli bir standardın üzerinde filmlere imza attığını söylemek mümkün.
Geçen yıl Peter Von Kant’la yakalayamadığı tadı, bu yıl Mon Crime / Suç Bende ile yakalamışa benziyor. Madeleine ve Pauline adlı iki arkadaşın neşeli, zekice ve yaramazlık içeren detaylarını anlatan film günümüze de el uzatan bir komedi! Ve tabii Ozon’un ince zevklerini yansıtan sinema tarihi ve tiyatro argümanı da burada bizi karşılıyor. Mon Crime, Georges Berr ve Louis Verneuil’in 1934 tarihli bir oyununun serbest bir uyarlamasına dayanıyor ve Ozon bu bulvar tiyatrosunu tüm detaylarıyla önümüze seriyor… Uyarlandığı oyunun komedisini ve absürt yanını çok iyi kotaran film, özellikle bazı sahneleriyle epey eğlenceli. Konu 1930’larda geçiyor olmasına rağmen bugüne dair birçok söylemi de kapsıyor ve bu anlamda modern bir içerik kazanıyor.
Filmin incelikli konusuna gelirsek, maddi sorunlar yaşayan iki kadını konu alıyor. İkisi de fakir ama onurlu hayatlarına sahip çıkmaya kararlılar, fakat adalet sistemi içindeki açıkları ve erkeklerin önyargılarını kullanmaya karar verdiklerinde önlerinde bambaşka bir hayat yolu açılıyor. Madeleine küçük bir rol karşılılığında kendisine cinsel tacizde bulunmaya çalışan yapımcı Montferrand’ı öldürmekle suçlanıyor, ev arkadaşı avukat Pauline ise onu savunma görevini üstleniyor.
Fabrice Luchini’nin muhteşem oyunculuğuyla (kendisi bir soruşturma yargıcını canlandırıyor) absürtlüğü keskinleşen film, iki kızın yollarını açan erkek hegemonyasını da yıkarak ilerliyor. Tabii burada akıllara bir an Harvey Weinstein ve #MeToo hareketi geliyor, Ozon da bu tarz bir gönderme yapmak için iyi bir zemin yakalamışa benziyor. Zira o yıllarda Fransız kadınların oy kullanma hakları bile yoktu ve Madeline’in mahkemede yaptığı savunma bir nevi manifesto niteliği taşıyor ve diğer kadınlara güç taşıyan bir değirmene, bir sosyal harekete dönüşüyor. Ve bir nevi günümüzle geçmiş arasında kız kardeşlik yemini atmış oluyor. Tabii sessiz filmlerin yıldızı, sinemaya ses geldiği için tahtı sarsılan Odette Chaumette’yi ve onu canlandıran Isabelle Huppert’i de unutmamak lazım, o da bu özgürlük rüzgarından nasiplenmek isteyen bir kadını pek iyi canlandırıyor.
Filmin esprili anlatımı, absürt diyalogları o dönem ve her dönemdeki kadınların durumuna ilişkin akıcı ve yakıcı bir duruş sergiliyor. Kadınlara ancak bir tehdit oluştuğu noktada kulak vermeyi tercih eden ataerkil sistemi bir nevi aşağıya çekiyor ve adalet sisteminin yetersizliğini ortaya çıkarmış oluyor. Bu suç komedisi yetenekli oyuncuların gayretiyle daha da zeki ve izlenmesi keyifli bir film haline dönüşüyor. Nadia Tereszkiewicz ve Rebecca Marder ise kadın dünyasının yeniden inşası için parlayan iki yıldız oyuncu!
twitter.com/banubozdemir