Ölçülü ve kasvetli bir dönüş hikayesi!
Yazar: Banu BozdemirHomeros tarafından yazılan, Antik Yunan edebiyatının İlyada’dan sonra ikinci destanı olan Odysseia, Uberto Pasolini tarafından ölçülü, biraz soğuk ve kasvetli bir dönüş öyküsüne dönüşüyor, öyle ki filmde canavar ve tanrılar, ya da insanüstü sahneler görmeyi bekleyenler burada insanın yanılgı gücüyle tanışacak, kırık kalplerin, sabır ve öfkenin bu kadim metinde yeniden çerçevelenmiş halini görecek! Pasolini’nin bir önceki filmi "Nowhere Special" / Alelade Bir Yuva’yla olan farkı ufak bir şaşkınlık yaratsa da karşımızda bildik bir metin var. Pasolini "The Return" / Dönüş ile içselleştirilmiş, hesaplı bir aile anlatısı çıkarmayı hedeflemiş! Belki biraz daha ihtişam tozları serpiştirebilirdi filme!
"The English Patient"ten sonra ilk kez bir araya gelen muhteşem Ralph Fiennes ve Juliette Binoche, uzun süredir ayrı kalan Odysseus ve Penelope’ye hayat veriyor. Odysseus uzun süren savaştan sonra, bir zamanlar kral olduğu kırsal ada Ithaca’nın sahiline vurur, mutlak kötü şeyler yaşamış, hatta tanrıça Athena tarafından dilenci kılığına sokulmuştur. Çıplak, kırgın ve ordusundan bir kişinin dahi hayatta kalmamasından dolayı suçlu ve içine kapanıktır. O yüzden filmin çoğunu köşeye sıkışmış bir halde geçirir, karısıyla yüzleşmeye dayanamaz, hoş Penelope de yıllarca onun dönmesini bekledikten sonra dönen kişinin ne kadar kocası olduğu gerçeğiyle yüzleşir bir süre! Artık bir genç olan oğlu Telemachus’un adayı çevreleyen çapulculara olan öfkesi de yakıcıdır! İçinde kaynayan bir kazanı andıran ada dışarıdan bakıldığında bir cenneti andıracak kadar sorunsuz görünür! Ama yine de görüntü yönetmeni Marius Panduru’nun açısı yalın, sadece gerekli alanların kadraja girmesini sağlayarak tasarruflu bir alanı kullanıyor gibi! Bu da görkemli dram duygusunu en aza indiriyor!
Pasolini, senaristler Edward Bond ve John Collee Homeros destanının son dokuz kitabından bir film ortaya çıkarmak için epey çabalamış ve bocalamış gibi görünseler de (film daha çok son bölümlere odaklı) her karakterin varoluşsal bir yorgunluğa maruz kaldığını ve uzun süre de bu halin devam ettiğini görüyoruz. Filmi bir destan kılıfından sıyırırsak gölgelere çekilerek kendini cezalandıran bir adamın hikayesiyle karşılaşıyoruz! İşin Penelope kısmı da ilgi çekici, hatta daha ilgi çekici. Kocasını bekleyen çaresiz kadının yeni kocası olmak için sarayını işgal eden, ona sürekli baskı uygulayan adamların talepleri karşısında dik duran, oğluyla yıpranan ilişkisini onarmaya çalışan ve orijinal metinde olduğu gibi geceleri arzusu ile kocasına olan sadakati arasında kalan bir kadının adımlarını takip ediyoruz. Ama film bu konuda daha çok imalı, belirsiz ipuçları sunuyor hatta utangaç davranıyor. Oysa Penelope’nin eline büyük bir koz bırakıyor, kendisini kurtarmanın bir formülü üzerinde çalışıyor ama film bunu öylesine arka planda bırakıyor ki, erdemler konusunda eski bir metne ihanet etmek istemiyor gibi adeta!
Öte yandan Odysseus kendisini öyle sıkıca kilitliyor, acısıyla iç içe geçiyor ki, hikayeyi bilmemize rağmen beklenen patlamanın ne zaman olacağını merak eder hale geliyoruz, kendisini ortaya koyacak gücü beden kıvrımlarında arar haldeyiz. Fiennes 60’li yaşlarının başında olmasına rağmen gayet sağlıklı bir vücut, sert kaslar ve inandırıcı savaş yaralarıyla ortaya çıktığında filmin çoğunluğuna hakim olan mum ışığı ve gölgeler bir anda ortadan kalkıyor ve şiddetin yüzüyle karşı karşıya kalıyoruz. Film boyunca Odysseus ve Penelope’nin yüzlerine yakın duran, onların acılarını içimize damıtmak için çabalayan kamera bu kez gittikçe artan gerilim ve şiddetin arasında dolaşıp, yeni bir başlangıcı müjdeleyen bir öfkeye dönüşüyor! Penelope erkek dünyasının şiddete meyilli yapısı hakkında açık sözlü ve sivri bir monologla bir karşı duruş sergiliyor, filmin gidişatına ters düşen bir akış olsa da değerli bir çıkış!
Sonuçta "The Return" çok ufalanmış hikayesiyle mitolojik şovun çoğunu kaçırdığımız bir anlatım vaat ediyor, fırtınalar, canavarlar hikayenin dışında kalıyor, Pasolini bunları gerçekliğe olan bağlılığıyla ada atmosferi içerisinde anlatmayı tercih ediyor! Adanın içinde kopan fırtınayla, Penelope’nin ve adanın etrafını saran erkeklerin canavarımsı davranışları ile Odysseus’un ok ve yay senfonisiyle tamamlamayı uygun buluyor, hikayenin kalbine ulaşmayı çok da dert edinmiyor gibi durarak filmi oyuncularının çekim gücüne güvenli bir şekilde bırakıyor!
Banu BOZDEMİR