Politik olmak ya da olmamak!
Yazar: Banu BozdemirOyunculuktan yönetmenliğe geçen Manuela Martelli'nin ilk uzun metrajlı filmi 1976, Pinochet döneminde Şili’yi ele alan ve genel bakış açısıyla o dönemi sorgulayan bir drama. Zaten Pinochet dönemi birçok filme ve en nihayetinde de 1976’ya malzeme teşkil eden bir yapıya sahip.
Bir doktorla olan evliliği ve gençliğinde Kızılhaç’da çalışma isteği olan konformist ve görece zengin bir kadının (Carmen) o dönemin politik ortamıyla yaşadığı gizli flörtüne odaklanıyor. Filmin açılışı da o dönemin kifayet algısına benzer bir açılışla tasvir ediliyor. Carmen’i tadilatta olan yazlık evinin duvarları için boya rengi seçerken görüyoruz, hatta boyanın rengini bir katalogdan gün batımına uygun bir renge dönüştürme isteğiyle karıştırılması da işlerin daha fazla karışacağına yapılan bir vurgu gibi! Dışarda yaşanan bir patlama ve Carmen’in arabasının altına kaçmış tek bir ayakkabıyı itekleyen gücünün bizi Carmen’i yargılamaya ittiğini hissediyoruz. Hatta doktor olan kocasının onu ‘bulutların üstünde’, şımarık bir kadın olarak nitelemesi de ülkede yaşananlara duyarsız bir kadın izlenimi edinmemizi sağlıyor.
Ama Aline Küppenheim’in filme ilham veren yüzü (Juliette Binoche’un da bu role yakışacağını düşündüm filmi izlerken) karakterin sırları olduğunu bize açık ediyor ki, bir yandan eve gelen pederin varlığıyla kiliseye kıyafet götürdüğünü ve körler için kitap okuduğunu da öğreniyoruz. Kilisenin politik bir süzgeç görevi görmesini de Carmen’in vicdani yönüyle aynı algılayabiliriz.
Bir yandan da filmin şöyle bir yanı var; bu sistemin hiçbir şekilde politik olmayan bir kişiye etkisini anlatmak, yanında akıp giden olaylara karşı farklı bir zümreden birisinin tavrını ortaya koymak ya da sorgulamak… Film bunu gayet iyi bir biçimde ortaya koyuyor ve olayların içine çekilen Carmen’i soğukkanlı tavrından uzaklaştırmadan yapıyor bunu!
Pederin yaralı bir genç için yardım isteğine önce içinde kalan sağlıkçı ukdesini tamamlamak ve insani duygularla katılan Carmen’in sonrasında gencin bir muhalif olduğunu, bir kaçak olduğunu anladığında da tavrını bozmayıp, hatta daha zoraki görevlere soyunduğunu görüyoruz.
Carmen’le yararlı genç arasında duygusal bir bağın oluşup oluşmadığı konusunda kuşkuda bırakan bir yanı var filmin, Carmen’in bu yaralı genç ve onun davasını neden bu derece sahiplendiğini anlatmak konusunda da ketum davrandığını söylemek mümkün. Film bunu vermek yerine daha çok bu davaya atılmanın sonuçlarını vurgulamaya yönelik bir son inşa ediyor. Carmen’i bir paranoyanın ortasında bırakarak, gerilimli, kara bir film örneği sergiliyor, yönetmenin filmin renklerini sürdürme konusundaki çabası da takdire değer, tabii Aline Küppenheim’in performansı da!