Fener balığı gibi..
Yazar: Banu BozdemirGeçen yıl 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapacağı duyurulan, sonrasında festivalin iptal edilmesiyle Ankara Film Festivali’nde yarışma filmi seçildiği halde geri çekilen ve nihayet 43. İstanbul Film Festivalli Ulusal yarışma bölümünde seyircinin karşısına çıkan Kıvanç Sezer’in yönettiği 8X8 bu hafta vizyonda!
Babamın Kanatları ile gerçekten de işçi sınıfına dolu dolu bir selam çakan, Küçük Şeyler ile beyaz yakalıların yolunda gitmeyen dünyasına bir bakış atan Sezer son filmi 8X8 hem ismini sorgulayacağımız hem de nerede çekti acaba diyeceğimiz, mekanın da filmin önemli argümanı olduğunu hissettiren bir filme imza atmış. (8x8 yönetmenin deyişiyle çekim günü ve sahnelerine denk geliyor, biraz da belirsizliğe) Gerçi diğer filmlerinde de değişen ve aynılaşan şehir algısı vardı, burada biraz daha şehirden uzak, sorguya açık bir mekanda karar kılmış!
Filmde üç kişi var, Ece Yüksel ve Halil Babür’ün başarıyla canlandırdığı Eda ve Sarp’ın yavaş yavaş açığa çıkan sorunlarına eklemlenen Can (Alican Yücesoy) karakteri biraz hikayenin açısını ve gerçekliğini sorgulamamız gerektiğini düşündürtüyor. Sarp’ın dediği gibi belki de Can’ın kafasındaki (ya da kitabındaki) iki karakter onlar, Eda’nın da Can’ın eski karısına benzeme tesadüfünü de düşünürsek… Can’ın gerçek ismiyle yazdığı Beyaz Kale isimli roman Orhan Pamuk’un kitabını getiriyor aklımıza ister istemez. Orada da bir veba salgınından, benzerliklerden ve salgının bitmesine dair yapılan tahminlerden bahsedilir. Sezer kitabın adını birebir kodlayarak, bir esinlenme durumu olduğunu sızdırıyor gibi. Eda ve Sarp’ın tuttukları tatil evi, bir kaçışı andırsa da Can’ın varlığıyla ve ikili hakkındaki doğru tespitleriyle bir fanusa dönüşüyor, kimsenin gidemediği, eğlence ve sorgulamanın devam ettiği…
Eda ve Sarp’ın eve geldiklerinde Can’ı evde intihar etmiş bir halde yerde yatarken bulmaları kurtarmaları gereken durumları işaret ediyor. Bir adam ve bir ilişki! Tabii Can’ın hayata ilişkin anlamsızlığının tezahür noktası neden kiraladığı eve gelmek üzere olan iki kişi varken ortaya çıkıyor o da ayrı bir anlamlandırma noktası! Onun dışında filmin satranç hamleleri diğer konularda olduğu gibi Can’ı haklı çıkarıyor, evdeki kedi, roman, kayıp taş kale vs.. gibi semboller hikayeyi ileriye taşıyacak detaylar olarak sunulsa da, hamleleri yetersiz kalıyor, filmin geri kalanında küçük detaylara dönüşüp kayboluyorlar!
Fener Balığı yakıştırması güzel duruyor, Eda, Sarp’ı sırtına yapışmış, beraber yaşadıkları, Sarp’ın kendi kararları olamayan olarak görüyor ve bundan rahatsız oluyor. (fener balığının erkeği de çiftleşme sırasında dişinin sırtına yapışır ve öyle yaşamaya başlarlar) Sarp’ı bu noktada daha duygusal buluyoruz Eda ise rasyonel kalıplarda bakıyor hayata. Ama buna rağmen tesadüfi durumları Sarp’a nazaran daha güçlü karşılıyor. Yönetmen hikayeyi Can’ın yerine bir kadın karakterle kursaydı eminim ki karakter dinamikleri çok değişecekti!
Sezer kapalı alanda dışarıda yoğun yağan yağmurun kaçmaya izin vermediği, Can karakterinin uhrevi varlığıyla bir çiftin alanına sızıp, onları duygusal olarak patlattığı bir filme imza atıyor ve sonunu seyirciye bıraktığı gerilimli bir bilinmezlikle bağlıyor. Bu anlamda üç kişinin dahil olduğu film, kapının dışına çok da taşmayan anlatımıyla ve sembollere rağmen yetersiz kalıyor.