Senaryosunu, Agatha Christie'nin "Hallowe'en Party" (1969) isimli romanından Michael Green'in uyarladığı ve yönetmen koltuğunda da...
Aksanlı İngilizcesine bayıldığımız, başroldeki efsanevi Belçikalı dedektif Hercule Poirot karakterini de canlandırmakta olan "Sir" Kenneth Branagh'ın oturmakta olduğu " A Haunting in Venice"; gizemini sonuna kadar koruyan, gerilim dozu yüksek polisiye bir drama olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz...
Böylesine kapalı tek mekan bir prodüksiyon için fazlasıyla cömert bulduğumuz, 60 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilerek; maliyetini, ucu ucuna kurtardığını tahmin ettiğimiz...
Brüt 118.8 milyon dolarlık bir hasılat rakamına da takılıp kalmış olan bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
- Venedik, İtalya 1947 -
Herkesten ve her şeyden uzakta, emekli hayatı sürdürmekte olan Hercule Poirot; kendi onayladıkları dışında, kimsecikleri yanına yaklaştırmayan emekli polis komiseri Vitale Portfoglio'yu da (Riccardo Scamarcio), yakın koruması olarak görevlendirmiştir...
***
İşte o, onayladıklarından birisi ve yazdıklarının son üçünde de iyice çuvallamış olan polisiye roman yazarı Ariadne Oliver (Tina Fey)...
Poirot'yu, ünlü opera sanatçısı Rowena Drake'in (Kelly Reilly)...
Ne yazık ki...
Artık bakım masraflarını dahi karşılayamadığı sarayındaki Cadılar Bayramı partisine davet...
***
Ve...
Sonrasında da...
Birinci Dünya Savaşı esnasında kendini medyum ilan etmiş olan ordu hemşiresi Joyce Reynolds'un (Michelle Yeoh), aslında bir sahtekar olduğunu ifşa etmesi için düzenleyeceği ruh çağırma seansına katılmaya ikna...
Etmek amacıyla ziyaretine gelmiştir...
***
Çok da nazlanmayan Poirot...
Akşamın karanlığı çöktüğünde, her biri farklı birer gondola binen dostu Ariadne ve koruması Vitale ile birlikte; partinin yapılacağı, perili olduğu da iddia edilen "Palazzo (saray) Lacrime dei Giovani"ye doğru yola koyulur...
***
Vardıklarında...
Toplanmış olan bir grup partiye hazır vaziyetteki çocuğa, sarayın geçmişine ilişkin olarak...
"Uzun zaman evvel, bu saray bir yetimhaneymiş... İyi doktorlar ve iyi hemşireler, iyi çocuklara bakarmış... Ta ki vebaya kadar...
Veba insanları korkutur ve korku insanlara kötü şeyler yaptırır...
Çocuklar kısa bir süre sonra, yalnız olduklarını... Yani ölüme ve açlığa terk edildiklerini fark eder...
Bunun üzerine bağrışıp, kapıları tırmalarlar...
Rivayete göre bu çocuklar, halen sarayda saklanmakta...
Ve...
Daha çok çocuğun, kendilerine katılmasını istemektedir...
O yüzden dikkat edin, zira onları ölüme terk eden doktor ve hemşirelerden; intikam almanın peşindedirler...
Gözleriniz, Çocukların İntikamı'nın izlerini arasın!"
Şeklindeki, kukla gösterili...
Doğaüstü palavralarla dolu bir sunum yapılmaktadır...
***
İşte bu bağlamda...
Tüm konukların çocukları, yiyip içerek oyunlar oynayıp eğlenmeye başlamışlarken; ailenin doktoru Dr. Leslie Ferrier'nin (Jamie Dornan), yaşının gerektirdiğinden olgun davranışlar sergileyen oğlu küçük Leopold Ferrier (Jude Hill)...
Hem de...
Saraydaki yardımcı kadın Olga Seminoff'un (Camille Cottin) uyarısına rağmen; gecenin anlam ve önemine uygun olarak, Edgar Allen Poe'nun "Gizem ve Hayal Gücü Öyküleri (Tales of Mystery and Imagination)" (1839) kitabını okumaktadır...
***
Derken...
Evin hanımının asıl beklediği konuk Joyce Reynolds'da çıkıp gelir...
***
Çünkü Rowena onun...
Düzenleyeceği ruh çağırma seansı sayesinde, paraya tapan nişanlısı Maxime Gerard'ın (Kyle Allen) nişanı bozmasının ardından bunalıma giren ve intihar ederek ölen kızı Alicia Drake (Rowan Robinson) ile iletişim kurmasına yardımcı olacağını ummaktadır...
***
Çok geçmez...
Gürültü yapan çocuklar evlerine gönderilir gönderilmez...
Alicia'nın, sarayın üçüncü katında yer alan odasına geçilir...
***
Oda da...
Evin hanımı Rowena, medyum Joyce ve onun asistanı Desdemona Holland (Emma Laird) dışında...
Olga, Ariadne, Vitale, Dr. Ferrier, Leopold, kendini içeriye zorla kabul ettiren Maxime ile tanrıya, ruhlara ve hayaletlere inanmadığı gibi Joyce'u da; hiç çekinmeden şarlatanlıkla itham eden Poirot'da bulunmaktadır...
***
Ki...
Çok kısa bir süre sonra, izledikleri karşısında iyice huylanmış ve her türlü ayrıntıya da pür dikkat kesilmiş olan Poirot...
Daktilosu ile şov yapıp, seansı izleyenleri ahmak yerine koyan Joyce'un; önceden içeriye sızarak, odadaki şömine bacasının içine gizlenmiş ve elindeki manyetik anahtar ile de daktilo tuşlarını kontrol etmekte zorlanmayan ikinci asistanı Nicholas Holland'ı (Ali Khan) yakalayarak...
Odadakilere takdim eder...
***
Sahtekarlığının ortaya saçılmasına iyice içerleyen Joyce...
Bunun üzerine...
Bir cinayete kurban gittiğini ifade eden Alicia'nın sesini taklit edeceği, bir başka numarayı devreye sokar...
***
Elbette...
Öteki herkes, özellikle de Joyce ile ekibini...
Ertesi gece de seans düzenlemeye çağıran Rowena başta olmak üzere ziyadesiyle etkilenmişken...
Poirot, bu numarayı da yememiş...
Ancak şimdilik, yapılan hilenin muhteviyatını kavrayamamıştır...
***
Fakat daha da önemlisi...
Arkadan saldıran birisi Poirot'yu, kafasını soktuğu suyun içinde boğarak öldürme girişiminde bulunurken...
Artık deneyen, aynı kişi midir...
An itibarıyla...
Bilemiyoruz ama...
Alicia hususundaki bir cinayetten bahsederek kendisini korkutan medyum Joyce'a yönelik öldürme denemesinde, başarılı olmuştur...
***
Böyle olunca da...
Sarayın kapılarını kilitleyen Poirot...
"Bir medyum, cinayet gördüm diye böbürlendi... İfşa edilmekten korkan biri onu öldürdü, beni de öldürmeye çalıştı... Yapanı bulana dek kimse gidemez... Komiser, kapıda nöbet tut... Bay Gerard, gözünün komiserde olsun..." diyerek herkesi içeride kalmaya mecbur eder...
Dakika 39...
***
Alışıldık klasik yöntemlerle dedektif Poirot'nun, soruşturmayı yürüteceği...
İki ölüm vakasının daha yaşanacağı filmin geride kalanında, siz değerli sinemasever dostlarımızı; Agatha Christie romanlarının şanına yaraşır nitelikteki, ters köşe sürprizleri de bünyesinde barındıran...
64 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,