Hesabım
    Silence
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Silence

    Martin Scorsese, Mel Gibson’a özenirse…

    Yazar: Alper Turgut

    Büyük usta Martin Scorsese, yaklaşık dört sene sonra bir film çekecek, haliyle heyecan dorukta… Çünkü seyretmesini, üstüne düşünmesini, sohbete katık etmesini ve yazıya dökmesini en sevdiğim yönetmenlerden biri o. Yaşı 75’e dayanan Martin Abi, bu kez kendisine has, seyirciyi derinden sarsmak, önce şaşırtmak ve ardından hayran bırakmak seçeneklerini, pek ciddiye almamış sanki. Koyu dindar Mel Gibson’ı dahi, yürüü be babaaaaa dedirtecek, kıskanmasına vesile olacak, direkt kiliseye koşturacak bir film çıkmış ortaya, ne yazık ki… Evet, “Silence”, söz gümüşse, sükut altındır demiyor, birkaç asırlık misyonerlik faaliyetleri aşkına, mevzuya tek taraflı bakıyor, binlerce yıllık bir kültüre sahip Japonları ise pek kolay harcıyor.

    Yaşayan en büyük yönetmenlerden biri o. Hiç kuşkusuz. “Taksi Şoförü”nden “Kızgın Boğa”ya, “Sıkı Dostlar”dan “Köstebek”e, “Korku Burnu”ndan “Zindan Adası”na, sinema tutkumuzu ve sevdamızı yeşerten yapıtlar çeken Oscar sahibi Marty Usta’ya, sevgimiz malum. İlk uzun metrajını 50 sene önce kotaran Martin Scorsese, 2013 tarihli Para Avcısı’nın ardından, paradan, borsadan, Amerika’dan, şaşaadan sıkılmış olsa gerek, sadeliğe ve sıradanlığa dümen kırmış, Portekizli Cizvit rahiplerin peşine düşmüş. Silence, Japon yazar Shūsaku Endō'nun 1966'da yazdığı aynı adlı romandan uyarlanmış, senaryo, Martin Scorsese ile onun daha önce Masumiyet Yaşı ve New York Çeteleri’nde birlikte çalıştığı Jay Cocks tarafından kaleme alınmış. Silence, zaten ilk çevirim değil, daha önce, 1971’de, “Chinmoku” (1971) adıyla, Japon yönetmen Masahiro Shinoda aracılığıyla, beyazperdeyle buluşmuştu.

    Filmin süresinin iki saat 41 dakika olması, yapıttan kopmayı getirmiyor, en nihayetinde usta, yine usta, atmosfere de lafım yok, kasvetli ve karamsar… Görüntüler, harbiden parmak ısırtır. Japon oyuncuların da haklarını verelim, etkileyici performanslar, ötesi yok! Mesele tarafgirlik ve din adına propagandayı, bariz belli eden metin. Neyse, arada olur böyle… Ömrün uzun olsun Martin Usta, bize yine ve yeniden öyküler anlat.

    Cizvitler Sebastião Rodrigues (Andrew Garfield) ve Francisco Garrpe (Adam Driver), akıl hocalığı yapmış Cristóvão Ferreira'nın (Liam Neeson), Hazreti İsa’yı reddettiği haberini alınca, buna inanmazlar, gerçeği öğrenmek için Hıristiyanlar için cehenneme dönüşen Japonya’ya gitmeyi seçerler. Savaşçı Şintoizm ve barışçı Budizm arasında gidip gelen Japonya’da, çok uzaklardan, batıdan gelen yeni bir dine tepki çok büyüktür. Hıristiyanlığı seçenler, gizlilik içerisinde hareket etmek zorundadır, aksi takdirde işkenceli bir ölüm kaçınılmazdır. İki genç rahip, kendilerini, sürek avının tam ortasında bulur. Bu büyük ve zorlu bir sınavdır, onlar, inanmak ve sarsılmak arasında bocalayacaklar mı, yoksa kutsal bellediklerine sıkı sıkı sarılacaklar mı?

    Bugün yaklaşık 130 milyon insanın yaşadığı Japonya’da, 250 bin kadar Hıristiyan varmış, lakin ne yeni kıta Amerika’ya ihraç edilen dine benziyormuş, ne de eski kıta Avrupa’yı sarana… Şintoizm ve Budizm ile karışarak, yepyeni bir mezhep çıkmış ortaya, gelenekçi, gururlu ve pek yenilik sevmeyen bir millet Japonlar, teknolojide ellerine kimse su dökemese de, apaçık gerçek bu. Özellikle Avrupa’nın kuzeyi, artık ateizme kayarken, Latin Amerika, katliamlarla, soykırımlarla, baskı, zor ve işkenceyle dayatılan dine sımsıkı sarılırken, Japonya’da misyonerlik icraatlarının pek zemin bulmaması ve yaygınlaşmaması, ayrı bir tez konusudur. Bize düşen, bu filmi seyretmek ve fikir yürütmek, o kadar.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top