Senaryosunu, Christian J. Hearn'in yazdığı ve yönetmen koltuğunda da Jamie Patterson'ın oturmakta olduğu “The Kindred”; korku kategorisinin "hayaletli ev (haunted house)" alt konsepti çerçevesinde kurgulanılmış ve görece bir sükunetin de hakim olduğu ilk 40 dakikasından sonrasında da, izleyicisindeki merak dozunu giderek yükselmekte olan bir psikolojik gerilim olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, 26 Ağustos 2021 tarihindeki dünya prömiyeri; FrightFest'de yapılan ve ağırlıklı olarak da Trellick Tower'ın koridorları ile bir dairesinin içinde yaratılan klostrofobik atmosferde, umut vadeden Paul O'Callaghan'ın görüntü yönetmenliğinde çekilen bu bağımsız (indie) İngiliz filmine biraz daha yakından bakalım...
***
Film, hamile bir kadın olan Helen Tullet'in (April Pearson); "Kensal Green, Royal Borough of Kensington and Chelsea (RBKC), Londra" adresindeki, 98 metre yüksekliğindeki, 31 katlı Trellick Tower'daki babasının dairesinden çıkarak, telaş içinde kaçmakta olduğu bir sahneyle başlar...
Kendini zor bela sokağa attığında da, karnı burnundaki Helen'in ilk gördüğü şey; binadan düşerek, asfalt zemine çakılmakta olan babası Robert (Jimmy Yuill) olur...
Bu öylesine şok edici bir manzaradır ki, yere yapışan Robert'ın bedeninden fışkıran kan; Helen'in suratını kırmızıya boyarken, kontrolünü büsbütün yitirmiş olan Helen'e, bir de yoldan geçmekte olan bir otomobil çarpar...
***
Hastaneye kaldırılmış olan Helen, "nihayet kendine gelerek" gözünü açtığında; haber verilir verilmez ilk koşarak yanına gelen, kocası Greg Tullet (Blake Harrison) olur...
Zira geçirdiği kazanın üstünden bir yıl geçmiş ve o günden bugüne de Helen, koma halinde hastanede uyumaktadır...
***
Neyse...
Komadayken, uzunca bir süre kendisine alışamayacak olan kızları Heidi'yi (Scarlett Annandale) doğuran Helen'in; bir süre daha hastanede kalarak tedavi edilmesi gerekecektir...
En azından...
Tekerlekli sandalyeden kurtularak, ayağa kalkıp; hiç değilse koltuk değneği desteğiyle de olsa, yürüyebilinceye kadar...
***
Derken bir gün...
Adının Dedektif Shepherd (Robbie Gee) olduğunu söyleyen bir beyefendi, Helen'in odasının kapısını açarak içeriye girer...
Amacı da...
Adli tıp biriminin, intihar vakası olarak kaydettiği; Helen'in babasının ölümünü soruşturmaktır...
***
Ancak...
Helen, kendisini tek başına büyütmüş olan babasının öldüğü güne dair hiç bir şey anımsamadığı için; söyleyebileceği herhangi bir şey de bulunmamaktadır...
Bunun üzerine, kartvizitini bırakan Dedektif çıkıp gider...
***
Sıra, Helen'in hastaneden taburcu olmasına gelmiştir...
Ama onu, şaşırtıcı bir ayrıntı beklemektedir...
Şöyle ki...
Helen'in tedavi masraflarını karşılayabilmek uğruna, bankadaki tüm birikimlerini harcamış olmasının yanı sıra Greg; evlerini de satmak zorunda kalmıştır...
Böyle olunca da...
Artık üç kişi olan Tullet ailesi, Helen'in babasının intihar ettiği evde yaşayacaktır...
***
Yavaş yavaş da olsa tekerlekli sandalye günlerini geçmişte bırakan Helen, babası Robert'ın telefonunun telesekreterine; "Döndüm... Hasret gidermek iyi olur... Adresim sende var..." notunu bırakan, Frank Menzies'in (James Cosmo) ziyaretine gider...
İçeriye girip, sokaktaki çocukların oynamakta oldukları yeri gören pencerenin önündeki masaya oturarak, Frank'in kendisine ikram edeceği çayı beklerken Helen'in gözü önünde birden; fiziksel kötülüğe maruz kalmış, bir çocuğun görüntüsü canlanıverir...
Ardında da, Helen'in burnu kanamaya başlar...
***
Yeniden evine döndüğünde Helen'i, küçük Heidi'nin ayaklarında morartılar tespit eden; ev hemşiresi Trisha (Kirsty Dillon) beklemektedir...
Çarpma sonucu oluştuğu tahmin edilen bu morluklar, hem Helen'in hem de Greg'in canını sıkmıştır...
***
Çok geçmez...
Greg, Helen için evde; bir "hoş geldin" partisi düzenler...
Bitişik dairedeki Bay Mulvaney (James Dreyfus), semtin kilisesinin rahibi Monroe (Patrick Bergin), bir diğer komşu Ella (Erin Austen) ve babasının dostu Frank'de konuklar arasındadır...
Ama...
Bu parti, filmin ana mevzusu hususunda ilerleme kaydetmemize; (spoiler oluşturmaması için detaylandırmayacağımız) çok küçük bir bilgi dışında, yardımcı olmaktan uzak kalacaktır...
***
Uzatmayalım...
Greg'in, bir kaç günlüğüne iş seyahatine çıktığı gün; elindeki bir oyuncakla Frank, çat kapı tekrardan geliverir...
İkisinin birlikte yaptıkları tek şey ise; ebeveynlik üzerine, uzun uzun sohbet etmek olur...
***
Fakat...
Cicim günleri bitmiş...
Ve...
Oyalanmak gayesiyle yeniden resme dönmüş olan Helen için; kocasına telefon açacak kadar ürkeceği kabus dolu geceler, henüz yeni başlamış ve ertesi sabah da soluğu, Dedektif Shepherd'ın ofisinde almıştır...
***
Ancak ne yazık ki, Dedektif'in "şimdilik"; resmi olarak yapabileceği hiçbir şey mevcut değildir...
Son çare olarak, medyum Stuart "Stu" Hoskins'in (Steve Oram) yardımına başvursa da Helen; kaçınılmaz bir biçimde gerçeklerle yüzleşecektir...
Çünkü evi...
Sebebi bilinmez bir şekilde, kendisini ve yakınlarını hedef alan; Caroline (Eva Rush), Timothy, Roger (Alex Attridge), Susan, Carl (Elvis Lucy) ve Anna (Ella Jarvis) isimli çocuk hayaletlerce kuşatılmıştır...
Dakika 40...
Neredeyse...
En başından bu yana filmi tek başına domine etmekte olan April Pearson'ın, sıra dışı performansını sürdürmeye devam ettiği filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; peşi peşine gelen ters köşe sürprizler ile beklenmedik bir finali de bünyesinde barındıran, 54 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
Keyifli seyirler,