Yaktın içimizi Petzold!
Yazar: Duygu KocabaylıoğluYazı yer yer mecburi sürprizbozanlar içerebilir.
Alman sinemasının bol ödüllü isimlerinden Christian Petzold, tabir-i caizse, Barbara (2012) filminde bu yana da festival sineması takipçisi sinefillerin radarındaki bir isim. 2012 Berlin Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülü ile Gümüş Ayı ödülüne ilk kez Barbara ile uzanan Petzold, son filmi Kızıl Gökyüzü/Afire (2023) bu başarı hanesini ikiye katladı ve bu seneki Berlinale’de Büyük Jüri Ödülü’nü kucakladı. İnsani hikayelerle yolculuğu daha da eskiye dayanan yönetmen ve senarist Petzold, Kızıl Gökyüzü’nde, tesadüf odur ki ülkemizin de yakın dönemde acısını yaşadığı sayfiyelik bölgelerdeki orman yangınlarını, 4 genç insanın hikayesiyle sarmal biçimde anlatmayı tercih ederek yürek yangınlarına başka bir perspektiften bakmayı yeğlemiş…
Thomas Schubert ve Paula Beer’in başrolleri paylaştığı, Langston Uibel'in yetkin bir yardımcı karakter performansı ortaya koyduğu Afire/Kızıl Gökyüzü dört insanın bir sayfiye evinde geçirdikleri birkaç günü merkezine alıyor.
İkinci kitabını yazma sancıları çeken Leon, arkadaşı Felix’in ailesinin yazlığına, insanlardan uzaklaşıp sakinlikte çalışmak amacıyla gelir. İkili yola beraber çıkmışlardır ama sayfiye evinde, kendilerinden habersiz, sürpriz bir misafir daha konaklamaktadır, Nadja! Yaz döneminde, geçici bir iş için orada olan Nadja, sıcak kanlı, samimi ve canlı bir kişiliktir. Tıpkı Felix gibi, ya da tıpkı Leon’un tam tersi gibi! Nadja’nın ve yanındaki partneri Devid’in varlığından rahatsız olan Leon, ters hareketleri ile memnuniyetsizliğini ifade etmekten geri kalmaz. Fakat insanlar kendi aralarında bu dünyevi çekişmeleri yaşarken, bölgeye sadece 30km. mesafedeki orman yangınları tüm gerçekliği ile şiddetini artırır…
Bu birden çok katmanlı öykünün senaristliğini tek başına üstlenen Petzold, aslında senaryo omurgasının Leon karakterinin aykırılığı, çıkışsızlığı hatta yer yer bencilliği üzerine kuruyor diyebiliriz. Yazlıkta rahat yaşamaya ve hayatın tadını çıkartmaya veto veren Leon, işini o kadar ciddiye aldığına inanıyor ki bu ciddiyeti aslında yaratıcı yazım sürecine de ket vuruyor; kendisi her ne kadar farkında olmasa ya da bunu reddetmeye oldukça meyilli olsa da. Üstelik çevresine karşı önyargılarla dolu, hatta küstah tavırlı. Aslında biz seyirciler olarak, gözlerinde anlamlar yüklü bir yazarın daha duygusal bir portresini bekliyorken, senarist ve yönetmen Petzold devreye giriyor ve karakterine sert, yaralayıcı bir dönüşüm yaşatmaktan geri kalmıyor. Çünkü ergenlik yılları çok geride kalmış olsa da insan bazen halen büyümemiş olabiliyor. Bazen büyümek ve dönüşmek için acımak, hatta çatır çatır yanmak gerekiyor...
Sayfiye çevresinden gitgide yazlık eve doğru gelen ve çemberi daraltan orman yangınlarını hem acı bir gerçeklik hem de metaforik bir araç olarak kullanan Christian Petzold, bu dört-beş kişi arasındaki kısa süreli ilişkileri ve etkileşimleri bunalım, yaratım sancısı, kıskançlık, hatta aşk ve nihayetinde yakıcı bir pişmanlık duygusu ile harmanlıyor.
Oyunculuklarda Thomas Schubert, Leon karakterini, karakterinin olumsuz yönlerini klişeye çevirmeden ve karikatürize etmeden canlandırmayı başarıyor. Nadja’ya hayat veren Paula Beer ise bu neşeli ve gizemli kadını nefis biçimde canlandırıyor. Özellikle final akşam yemeği sahnesinde Nadja’ya hayranlık duymamak elde değil. Langston Uibel ise, Leon’u dengeleyen unsur olan Felix karakterini tüm zararsız çocukluğu ve naifliği ile yansıtıyor. Öyle ki finalin içinizi yakmaması olası değil… Bu bağlamda, yangın gibi ciddi bir atmosfer yapısını başarıyla kurgulayan görüntü yönetimi ve yapım tasarım var karşımızda. Teknik yetkinliğin yanı sıra geniş açılı deniz manzaralarını kararında ve etkili biçimde kullanmayı biliyor yönetmen. Öte yandan, bölgede yaşanan ciddi orman yangınlarına rağmen hastane sahnelerinin sterilliği biraz gerçeklikten uzak kalmış. Filmin daha fazla bahsetmek istemeyeceğimiz finaline dair, ufaktan puan kaybettiren eleştirilerimizi de nazar boncuğu misali buraya bırakmış olalım.
Christian Petzold, Kızıl Gökyüzü ile izleyiciye fazlasıyla yangın sıcağı ihtiva eden, biraz romantizm biraz da gülümsetici unsurların olduğu bir drama sunuyor. Ülkemiz açısından ise özellikle 2022 yazında yaşanan, başta Marmaris olmak üzere güney ve Ege bölgelerindeki içimizi yakan acı yangınları anımsatması açısından ayrı bir perspektife sahip bu film. Bu bağlamda, normal insanların yangın ile ilişkisi ya da ilişiksizliği kısa nüans geçişleri ile filme yediriliyor. Merkezdeki otel sahnesini dikkatli seyreden seyirciler, vurgulamak istediğimizi daha net yakalayacaklardır.
Uzun lafın kısası Avrupa sinemasının bol ödüllü, övgülü ve alkışlı filmlerinden biri bu hafta sonu Başka Sinema dağımtıcılığı ile vizyonda. Festival sineması takipçilerine duyurulur!
İyi seyirler!
Twitter.com/duygukocabayli