bu kadar geç izlediğim için pişman olduğum filmlerden biridir.fakat ne yazık ki filmin son yirmi dakikası bu pişmanlığımı oldukça hafifletti.tabii ki nedenini filmi izlemeyenler okuyabileceği için söylemeyeceğim fakat kısaca "nickin hareketleri" dersem sanırım izleyenler anlayacaktır.üç bölümden oluşan filmin bana göre en güçlü olan bölümleri ilk ikisiydi.ilki,savaşa gitmeden önceki o efsanevi düğün sahnesinin de bulunduğu,geyik avına ilk kez çıkıldığı,bir yandan eğlenceli bir yandan hüzünlü bölüm.daha sonra bir anda savaşın ortasında buluyoruz kendimizi,yönetmenin vakit kaybına tahammülü yok kesinlikle,zaten film boyunca beğenmiş olduğum noktalardan biri de bu ani geçişler.filmin üç saatlik uzun süresine rağmen vakit kaybı olan veya boşuna çekilen anlamsız sahneler pek yok.dediğim gibi bir anda savaşa giden arkadaşların çarpıcı durumuyla karşılaşıyoruz ve bu kısım da oldukça sürükleyici.fakat savaş ertesini konu alan son bölüm bir yere kadar yine iyi gitse de,ilk satırlarda da belirttiğim üzere bir noktadan sonra benim için biraz da olsa "anlamsızlaştı".pek gerçekçi geldiğini söyleyemeyeceğim finaldeki tercihin.ve çok güzel ilerleyen,kendi sinema listeme girebilecek gibi gözüken film bir anda düşüşe geçti benim için.fakat yine de toplamda çok sağlam olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu kötü final.özellikle filmin son sahnesi amerikan propagandası mı yapıyor yoksa tam tersi bir eleştiri mi var yoruma açık bırakılmış sanki.bu konu hakkında da farklı görüşler var.hatta filmin özellikle rus ruleti sahnelerinde ırkçılık yaptığını düşünenlerin de sayısı az değil.fakat genel olarak sinemasal anlamda baktığımızda sağlam bir savaş filmi the deer hunter.bu arada oyunculardan pek bahsetmedim fakat hepsi tarihe geçen çok başarılı performanslar sergiliyor,de nirosunan walkenına,streepinden cazeleine kadar harikalar.walkena ayrı bir parantez de lazım sanırım.