Hesabım
    Red, White & Royal Blue
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Red, White & Royal Blue

    Love is Love! / Aşk, Aşktır!

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Amazon Prime’ın ülkemizde yayın şansı elde edemeden yurtdışı platformlarında sunduğu, yeni aşk dolu komedi -ve biraz da taşlama- filmi “Red, White & Royal Blue”, genç yazar Casey McQuiston’un aynı adlı romanından uyarlanmış, bizim coğrafyalar için biraz çizgi üstü bir yapım. Mevzuyu en başından ortaya koyalım, karşımızda ayan beyan bir quir/kuir sineması filmi var ve üstelik kamuoyu gözündeki konumları oldukça yüksek iki LGBTİQ+ bireyin tüm ilişkisini cesurca merkezine alıyor.

    Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk kadın başkanının (Uma Thurman) oğlu Alex Claremont-Diaz (Taylor Zakhar Perez) ile İngiliz Kraliyet ailesinin küçük prensi Henry (Nicholas Galitzine) diplomatik faaliyetler için aynı ortamlara girerler ama birbirlerinden de pek haz etmezler. İkili, uzun yıllardır birbirlerine karşı duydukları antipatiyi, bir kraliyet düğününde yaşadıkları tatsız bir olay sonrası dostluk numarası yaparak gizlemeye çalışırlar. Fakat gel zaman git zaman basın önünde ortaya koydukları sahte arkadaşlık, aralarındaki mesafeye rağmen sıcak bir dostluğa, oradan da kaçamak yaşamak zorunda kaldıkları tutkulu bir aşka evrilecektir. Öte yandan, ikisinin de birileri tarafından ‘kuir kimliği taşımaması’ beklenen bu üst düzey genç erkekler kendilerini uluslararası krizlerin ve hatta ABD seçimlerini etkileyebilecek bir ilişkinin içinde bulurlar.

    Matthew Lopez’in yönetmenliğini yaptığı ilk uzun metrajlı film olan yapım, yönetmenlik yetkinliği açısından şaşırtıcı; çünkü oldukça keskin noktalara gidebilecek bir konu ne seyirciyi sıkacak kadar ciddileşiyor ne de iki genç erkeğin ilişkisinde sulandırılmış bir romantik komediye çekiliyor. Evet, içinde dolu dolu aşk var, mevzunun uluslararası boyutu açısından mizah var, kimliğini açıklama ya da saklama arasında sıkışan bireyi resmeden -dozu daha festival filmlerine göre daha hafif tutulmuş- kuir sineması var, tutkulu bir cinsellik var… Ama bunların hepsinin dozu gerçekten 2 saatlik filmde o kadar iyi ayarlanmış ki klişeye kaçan bazı sahneler veya bir sonraki adımını tahmin edebileceğimiz olay örgüsü bile seyir keyfini baltalamıyor. Alex ve Henry bir heteroseksüel çiftin ilişki dinamikleri açısından giriş, gelişme, hatta ilk tökezleme ve sonra yeniden ayağa kalkma sürecinde ne yaşıyorsa aynısını doya doya hissederek yaşıyorlar; çünkü hepimiz etten kemikten, ruhtan yapılmış insanlarız ve o evrensel söylemde olduğu gibi “Aşk, Aşktır!”. Orijinal romanın akışını ve tonunu bilemiyoruz ama yönetmen Matthew Lopez, Ted Malawer ile beraber uyarladıkları senaryoda kurgusal karakterlerini gerçekçi politik mizaha da yedirmeyi başarıyorlar.  

    Öte yandan, bizim coğrafyamızın hasret kaldığı sanatsal özgürlük tam da böyle bir şey sayın seyirciler; Amerikan başkanını bir göçmen ile evli bir kadın olarak çizip, oğluna da Britanya Kraliyet ailesinin prensi ile aşk yaşatabiliyorsun ve kimse senin hakkında halkın bir kısmını aşağılamak, ahlaki değerleri rencide etmek gibi uyduruk nedenlerle soruşturma falan başlatmıyor ya da kurum binanın taşlamıyor, setini basmıyor...   

    Filme dönersek, bu özetlemeye çalıştığımız yapı içerisinde karakterlerin karşılıklı kimyası da oldukça oturmuş. Film, Alex ve Henry’nin arasındaki aşkın doğallığını, Taylor Zakhar Perez ve Nicholas Galitzine’in akan oyunculuğuna borçlu. Ayrıca seçimlerde yeniden aday olan Amerikan başkanı Ellen Claremont’a hayat veren Uma Thurman dışında kadrosunda A sınıfı oyuncu olmasa da yan roller de dahil hemen hemen tüm karakterler üzerine düşeni yapmış. Beyaz Saray halkla ilişkiler sorumlusu Zahra Bankston karakterinde Sarah Shahi, diğer rollere göre bir tık daha sıyrılıyor denebilir. Öte yandan hikaye akışı açısından heteroseksüel beyaz Amerikalı ya da Avrupalı bireyi, İngiliz Kraliyet ailesi dışında neredeyse görmüyoruz da diyebiliriz. Filmde hemen hemen her etnik kökeni temsilen bir karakter düşmüş, politik doğruculuğun da bu kadarı mı desek? Bir not daha filmin muhtemelen pek çok LGBTİQ+ izleyicisi “Biz böyle sahte ve pembiş hayatlar yaşamıyoruz, gerçek yaşamda karşılaştığımız zorluklar bu ayrıcalıklı hayatların yanından bile geçemez!” diyecektir; bu da haklı bir eleştiri olabilir tabii ama, hatırlatalım bu film de bir kurgu zaten… 

    Uzun lafın kısası içinde Amerikan seçimlerinin insanı sık boğaz eden demokrat-cumhuriyetçi ekseninden tutun da İngiliz Kraliyet ailesinin taht imajının 21. yüzyılda sorgulanmasına kadar farklı politik boyutları olan ve kuir kimliğini, mahremiyeti ve bireylerin seçimlerini incelikle ele alan, bunu yaparken de mevzunun insani ve duygusal yönünü es geçmeyen bir yapım “Red, White & Royal Blue”. Kuir sineması açısından mevzuları ciddiyetle masaya yatıran bir festival filmi değil belki ama, keyifli vakit geçirmek için şans verilebilecek bir yapım. Ülkemizde maalesef legal bir platformda yer almayan film, ‘malum mecralarda’, meraklı ve keyifli vakit geçirmek isteyen seyircisini bekliyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top