Yapımcılığı ile baş karakter oyunculuğunu da bizzat üstlenerek, kendi mahremini alenen ortaya koyan Aslı Akdağ'ın ilk uzun metrajlı (debut) belgeselini çekmek gayesiyle yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu "Bekleyiş"...
Muhafazakarlığın, gittikçe baskın bir toplumsal kişilik haline dönüşmekte olduğu ülkemizdeki...
Kendisine benzer şeyleri yaşamış olduklarını bildiği kadınların bulunduğundan da, ziyadesiyle haberdar olan aynı Aslı Akdağ'ın...
En başta, belgeselin ana objesini oluşturan çocuğu Aren olmak üzere; kendisininkine benzer bir hassasiyeti gösterecek insanların mevcudiyeti öngörüsüyle, onlara da anlattığı...
Otobiyografik bir dokümantasyon olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz, oldukça düşük bir bütçeyle çekilmiş olduğu her halinden belli olmasına ilaveten; 58. Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Film Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü ile 32. Ankara Uluslararası Film Festivali'nin Ulusal Belgesel Ödülü'nü de kazanan ve Canset Özge Can'ın imzasını attığı, özgün bir müziğe de sahip olan bu belgesele biraz daha yakından bakalım...
***
Belgesel...
1981 Ankara doğumlu Aslı Akdağ'ın...
14 Haziran 1997, 11 Şubat 1997, 8 Nisan 1998, 19 Temmuz 1997, 23 Temmuz 1998, 5 Nisan 1998, 8 Şubat 1997, 23 Nisan 1997 ve 13 Haziran 2001 diye uzayıp giden...
Gençlik yıllarındaki geçmişine dair, arşiv niteliğindeki video görüntülerinin...
Hızlıca servis edilmesiyle başlar...
***
Ve...
Sıra aniden...
2004 yılı Dokuz Eylül Üniversitesi, Hukuk Fakültesi mezunu olarak...
Büyüyerek bekar bir avukat halini almış olan Aslı Akdağ'ın, kendi kendine yaptığı gebelik testi ve bunu doğrulayan ultrason verileri sonrasında...
Hamile olduğundan, tamamen emin olur olmaz telefonuna sarılıp...
Bu müjdeli haberi...
Önce annesi Kerime Akdağ (kendisi)...
***
Ardından da...
Acilen evine çağırdığı...
Doğacak Aren Akdağ (kendisi) bebeğin dayısı Aşkın Akdağ (kendisi) ile paylaşmasına gelir...
***
Ki biz...
İki kardeşin, kendi aralarında yaptıkları sohbet esnasında...
Aren bebeğin...
Ailedeki, hemen hemen kimseciklerden gizli olmadığını da anladığımız biyolojik babasının...
Almanya'da yaşadığını da öğrenmiş olurken...
***
Karnı günden güne büyümekte...
Ve...
Dolayısıyla, ciddi bir fiziksel değişim de yaşamakta olan Aslı'nın çevresindeki...
Eş dost, çalışma arkadaşı ve akrabalar dahil hemen herkesler de...
Bu hamileliğin farkına varmakta gecikmeyecektir...
***
Derken...
Gidip gitmemek hususunda, bir takım tereddütler taşısa da Aslı...
Almanca dersleri almayı da ihmal etmez...
***
Ama...
Çok geçmez...
Berlin'de mutlu olamayacaklarına karar veren Aslı...
Kendi ile dünyaya gelmesine az bir süre kalmış olan oğlu Aren için...
İstanbul'da yepyeni bir ev tutup...
***
Vakti zamanında...
Çocuk sahibi olacak olmanın heyecanını deneyimlemiş ebeveynlerin, fazlasıyla yakından bildikleri..
Alışverişleri yapıp...
Evi dayayıp döşeyerek, dekore etme işine de girişir...
Dakika 20...
***
Deniz Ali Tatar'ın...
21 Ekim 2021 tarihinde, giadergi.com'da yayınladığı...
"Aslı Akdağ, Bekleyiş’i anlattı: 'Yaptığımın doğruluğundan şüphe duymadım!' ”
Başlıklı söyleşide, Aslı Akdağ'ın...
“İstanbul’da, modern çevredeki bir kadın neden zorluk yaşasın? Hayır ama öyle değil, ülkenin gerçekleri hiç de öyle değil ve benim belgeselimde aksettirebildiğim yaşadığım zorlukların ancak onda biridir..." şeklinde ifade ettiği
***
Ve...
Taşındığı Beşiktaş semtindeki...
Komşu kadınlardan birisinin, doğrudan yüzüne sarf etmiş olduğu...
"Bir erkeğin ceketi duvarda asılsa, eve bir erkek girse, çocuk babayı bilse..."
Sözcüğünün damgasını vuracağı ve Aren'in bir yaşındaki doğum günü kutlamasına kadar devam edecek olan süreçte, siz değerli sinemasever dostlarımızı; Ortadoğu kökenli toplumlara özgü ataerkil yapı ve artık çok geride kalmış olması gereken bu anlayışı, tartışmaya açma gereği dahi duymadan kabulleniliş...
***
Bu nedenle de...
Kürtajı, din dahil değişik saiklerle bir öcü gibi göstermek suretiyle...
Tecavüzcüleriyle evlendirilerek, o çocukları doğurmak mecburiyetinde bırakılan kadınlarından tutunda...
"Evin erkeğidir, sever de döver de..." çağdışı mottosu ile...
Kadına karşı şiddetin normalleştirildiği bir kültür karşısında, cesaretle dimdik ayakta durmayı becerebilen bir kadının öyküsünün dillendirildiği...
47 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,