Hesabım
    Birlikte Öleceğiz
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Birlikte Öleceğiz

    İstanbul’a yazılmış bir aşk masalı…

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Yönetmenler Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu’nun beraber imza attıkları son uzun metraj film Birlikte Öleceğiz, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda prömiyerini yaptığı 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ve yine yarışma seçkisinde olduğu 41. İstanbul Film Festivali’nin ardından beyaz perde müdavimleri ile pek de buluşamadan, dijital platform MUBİ’de gösterime girdi. 159 dakika gibi, bir aşk/ilişki filmi adına oldukça uzun süresiyle kafalarda daha en baştan soru işareti yaratan yapım, seyircide karışık ve dalgalı duygular yaratacak türden bir ‘deneyim’.

    Evet, festivallerin çevrimiçi adresi olan MUBİ’de 28 Ocak’tan itibaren seyre açılan Birlikte Öleceğiz, sinema sanatı açısından müthiş bir biçimsel deneyim şansı sunuyor seyircisine. Aslında bu açıdan baktığımızda gerçek bir sinema perdesinde, kaliteli bir projeksiyon ile seyredememiş olmak bir kayıp; çünkü, filmin tüm teknik kalitesi, muazzam görselliği ve hikayeye eşlik eden renk paleti sinema perdesini fazlasıyla hak ediyor. Gerçeküstü, masalsı bir anlatım var karşımızda; tıpkı başrol Su Kutlu’nun canlandırdığı Ece karakteri gibi çokça gelgitli sanki nereye ait olduğunu kasten bilmemezlikten gelen ve saklayan bir tutumu var gibi.

    Filmin senaryosuna da beraber imza atan Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu, Ece ve Mazhar’ın  (Özgür Emre Yıldırım) tutkulu dolu aşkını ve yıkıcı ilişkilerini ele alıp seyirciye anlatırken, epizodik ve hikaye akışı açısından da kronolojik bir sıra izliyorlar. Elle tutulur nüvesi çoğunlukla karakterlerin kişilik tutumlarına bağlı olan hikaye örgüsü, birbirine ilk görüşte aşık olan iki insanın göz yaşı ve ihanetin karın ağrısı ile başlayan ilişkilerini hızlıca tutkunun zirvesine tırmandırıp, o zirvelerden bir o kadar hızlı geri yere çakılışını yaşatıyor seyirciye; ya da en azından yaşatmayı hedefliyor. Bu kurgunun beni sevindiren tarafı, her iki karakterin de kendi bireysel düzlemlerinde sorunlu kişilikler olması. Birisinde anne kaybı ile ilgili ağır bir travma var, diğerinde varmış gibi davranılan babanın esaslı yokluğu… Biri tüm ‘okumuş adam olmuşluğuna’ rağmen insani ilişkilerde dikiş tutturamıyor, diğerinin yaşam dolu yaratıcılığı ‘hafif’ deliliğinden geliyor… İki olmamışın, ya da yarım kalmışlığın müthiş çekiciliği her iki karakterin de başta başını döndürüyor… Peki ya biri diğerini olduğu gibi kabul etmektense değiştirmeye meylederse?..

    Ece ve Mahzar’ın birbirlerini de yakan tutkusunu izlerken, arka planda da artık sıtkımızın sıyrıldığı İstanbul’un son birkaç güzel karesini tadımlık olarak sunuyor film bize. Heykellerinden ve bahçesinden başlayarak Arkeoloji Müzesi, sanki bozulmamış gibi yansıyan haliyle tarihi Yarımada, canımın içi Boğaziçi ama en çok Galata Köprüsü’nün insanın içine oturan o günlük hasretliği. Ece’nin bir kumrunun peşinden yaşadıkların evin damına çıkışı ve sonra dilinden dökülen Ahh Güzel İstanbul dizeleri… Ancak Ece gibi ‘bu dünyanın dışından birine’ yakışacak cinsten masalsı ve gerçekçi bir İstanbul tasviri hem de. Boşuna değil yönetmenlerin verdikleri röportajlarda İstanbul’a adanmış bir film yapmak üzere yola çıktıklarını ifade etmeleri Ece’nin damdaki temizlik sahnesi, şehrini seven her İstanbullunun içine oturacak cinsten gerçekten. Bu noktada filmin görüntü yönetmeni Cansu Boğuşlu’ya ve sanat yönetmeni Billur Turan’a bir şapka çıkartmak lazım; zira yönetmenlerin oluşturmaya çalıştığı duygu dünyasını peliküle resmetmeyi başarmışlar.

    Öte yandan Kurtuluş ve Saraçoğlu ikilisi sosyolojik ve politik göndermelerini sadece yitip giden İstanbul silüeti ile sınırlı tutmuyorlar. 2 bucuk saati aşkın süre Ece ve Mazhar ilişkisine bir şekilde temas eden her karakter üzerinden belli okumalar, göndermeler yapılıyor. Bazısı biraz fazla ‘kör kör parmağım gözüne’, bazısı üstü ince bir örtüyle örtülü, hafiften kaldırılmayı ve deşilmeyi beklercesine… Bunun içinde üstünkörü bir Ermenilik dokunuşu da var, upuzun bir monolog/tirad ile sağlık emekçilerinin yaşadığı sorunların ve dahası orta sınıf beyaz yakalılığın getirdiği ikilemlerin -yurt dışına göç dahil- sapır sapır ortaya dökülmesi de. Hatta kadına karşı şiddetin dönüp dolaşıp ilahi adaletle cezalandırılması da! Artık daha fazlasını da bulup çıkarmak, maharetli, dikkatli ve sabırlı seyircilere kalmış, diyelim.

    Bu masalsı anlatı deneyiminde, sinema perdesi açısından henüz ikinci başrolünü sırtlayan Su Kutlu, Ece’yi psikolojik problemleri olan iki boyutlu bir karakterden çıkarıp daha fazlasını sunmak için elinden geleni perdeye yansıtmaya çalışmış. Ece’nin dalgalı duygu dünyasını dış sesiyle de yaşatmış. Öte yandan, geçmiş filmografisinde esas deli, bıçkın rollerde seyretmeye aşina olduğumuz Özgür Emre Yıldırım, Mazhar’da şimdiye kadar ki, en azından benim şahit olduğum, en sakin oyunculuğunu ortaya koyuyor. Belki de film boyunca yaptığı en büyük çılgınlık arkadaşının sevgilisine aşık olmak! Yani biraz adı gibi, mazhar olmuş bir karakter var karşımızda. Öte yandan, hikayeleriyle çiftin öyküsünü destekleyen yan karakterlerden Haldun Amca rolünde Süleyman Turan, sinemadaki bu son performansıyla en taş kalpli insanı bile yumuşatacak bir oyunculuk ortaya koyuyor ve yüreğimizi giderayak paramparça ediyor. (Üstelik yine öğreniyoruz ki Turan’ın vefatından dolayı Haldun Bey’in planlanan son sahnesi çekilememiş ama kurgudaki (Ali Ağa) marifetle böyle bir eksiklik seyirciye geçmiyor.) Erdal Bakkalığı’nı fazla cebinde tutan Cengiz Bozkurt, kısa ama etkileyici rolüyle şaşırtıyor; öte yandan karşımıza çıkan her hikayede içimizi ısıtan Ayşenil Şamlıoğlu’nun karakterini de 159 dakika içinde daha uzun görmek isterdik; kısmet!

    Yazıyı bu masalsı filmin kendisi gibi çok uzattık, toparlayalım. Birlikte Öleceğiz filmini alışılagelmiş akıcı bir hikaye örüntüsü beklemeden, senaryonun sizde bıraktığı boşlukları da fazla sorgulamadan, hatta noktaları birleştirmeye de çok kasmadan, sinematografi keyfini ön plana alarak seyretmenizi tavsiye ederim. Ve şehr-i İstanbul ile kurduğunuz sınırları iyice flulaşmış borderline ilişkinize de karşıdan şöyle bir bakmanızı… Nihayetinde şu gök kubbede geriye kalan hoş bir seda olacak, ha bir de hicran yarası…

    Ece’nin de dediği gibi “Ahh Güzel İstanbul senin şerrinden yine sana sığınırız…” 

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top