Hasta baba yıllardır görmediği oğulun evine gelir. Oğul içeri alır babayı. Baba hastadır ama oğul onun hasta olduğunu bilmemektedir. Ama o yatınca karıştırdığı paltosunun cebindeki tahlilleri görür fotoğrafını alır.
Ertesi sabah baba gider, oğul işine döner ama yolda giderken doktor bir arkadaşına gönderdiği tahlil sonuçlarından babasının kanser olduğunu öğrenir ve direksiyonu doğru otobüs terminaline kırıp nereye gideceğini bildiği babayı alır, Gideceği yere birlikte gitmeye başlarlar böylece baba oğulun yolculuğu başlar. Film de bir yol hikayesine evrilir.
Bundan sonrasının bir hesaplaşma ve çatışma olacağını bekleyen seyirci yanılmaktadır. Çok kısa süren bir baba oğul çatışması yaşanır ama baba ana oğulu neden terk etmiştir, oğul sonradan nasıl iyi kazanan bir avukat olmuştur, anlaşılmaz.
Baba sağlığında epeyce zampara olmalı ki yol boyu eski sevgililerine de uğrayıp veda ediyor. Oğlu sorunca cevap vermiyor ama heralde eşini ve oğlunu bu nedenle terk etmiş.
Çirkin babanın çok yakışıklı (heralde anasına çekmiş) oğulun yolculuğunu izlemeye devam ettiğimizde araya biraz da Alevilik sosu eklendiğini görüyoruz. Yolculuk sürerken baba Elazığ da rahatsızlanarak hastaneye kaldırılıyor Baba geceyi hastanede geçirirken oğul geceyi hangi ara o kadar samimi olduklarını anlayamadığımız hemşirenin evinde geçiriyor.
Sonrası Erzurum, eski dostlarla hemhal olmalar, saz söz derken baba ölüyor. Son veda için Kars a doğru yola çıkılıyor.
Ölmeden evvel yolda çektiği ile babanın şapkasında takılı eski fotoğraf yadigar kalıyor oğula.
Aceleye mi gelmiş, senaryo kaynaklı mı tartışmasını film eleştirmenleri yapsın ama bir seyirci olarak ben bu film derdini hiç anlatamamış diyorum.