Hesabım
    Âşıklar Bayramı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Âşıklar Bayramı

    Özcan Alper’den Yeni Bir Yolculuk Hikâyesi: Âşıklar Bayramı

    Yazar: Misafir Koltuğu

    Sonbahar, Gelecek Uzun Sürer ve Rüzgarın Hatıraları filmlerinin yönetmeni Özcan Alper, Kemal Varol’un aynı adlı romanından uyarladığı Âşıklar Bayramı filminde; bir babayla oğlunun hem ortak, hem ayrı ayrı yolculuklarını konu ediniyor. Üç gün süren ama geçmişe dönmek zorunda kaldıkları meselelerle bütün yaşamlarına yayılan bu yolculuk, karakterler arasındaki çatışmanın güzergâhıyla koşut devam ediyor. Başta mekân betimlemeleri ve nesnelerin metafor olarak kullanımı olmak üzere müzik, edebiyat gibi farklı sanat dallarıyla kurulan metinlerarası ilişkiler aracılığıyla, Yusuf ile babası Heves Ali’nin yirmi beş yıla, hatta daha eskiye uzanan iletişimsizlikleri, öfke ya da sessizlikleri, gönül meseleleri, kendileriyle beraber başkalarının yaşamlarında açılan boşluklar işleniyor.

    İki karakterin yıllar sonra ilk karşılaştıkları anda hissettirilen gerilim, yolculukları boyunca geçtikleri tünel, hesaplaşma başladıktan sonra yağmura teşne olan kapalı hava, Yusuf’un öfkesinin göstergeleri olmasının yanı sıra, varacakları yer için de izleyiciyi hazırlıyor. Babayla oğul arasında yıllardır görüşmemenin neden olduğu uzaklığı en yalın biçimde anlatan eylem, birbirlerine dokun(ama)maları! Film, geri dönüşlerle aslında Yusuf’un çocukluğundan beri bu temassızlığın sürdüğünü yansıtıyor. Birbirlerine yaşamları boyunca tedirginlikle yaklaşan, elini uzatmaktan çekinen Yusuf ile Heves Ali, ortak yolculuklarının dörtnala bir sona doğru ilerlediğinin farkında. Yalnızca görsel göstergelerle değil, düğüm bölümünde metaforların – örneğin, babasının Yusuf’u çocukluğunda götürdüğü yere yıllar sonra geldiklerindeki konuşmalarında geçen su metaforunun –  yerinde ve güçlü biçimde kullanıldığı diyaloglarla da hikâyenin çözüm bölümü yapılandırılıyor.

    Âşıklar Bayramı’nda Yusuf’un babasıyla farklı zamanda çekilmiş iki fotoğrafı, Heves Ali’nin bağlaması, şapkası ve ceketi, hikâyenin dramatik yapısını besleyen nesneler olarak karşımıza çıkıyor. Fotoğraf, önceki paragrafta bahsettiğim ve film boyunca altı çizilen iletişimsizliğin bir göstergesi olurken, anlatı zamanında Yusuf’un çocukluğuna dair gözünün önüne gelen görüntüler, çoğunlukla o fotoğraflardan ilkinin çekildiği güne ait ve babasının elini omzunda hep hissetme ihtiyacı, fotoğraf imgesiyle sunuluyor. Yetişkinliğinde ise fotoğraf, Yusuf’un bir anı ya da anıyı kaydetme gereksinimini ifade ediyor. Yirmi beş yıldır koruyamadıklarına karşı, en azından o üç günü kaydedip saklamaya çabalıyor. Filmin çözüm bölümünde bu defa fotoğraf ve şapka, Heves Ali’nin yaşamında oğlunun yerinin göstergeleri oluyor. Hikâyedeki önemli nesnelerden ceket de bir sahnede vurgulandığı gibi babaya duyulan özlemi imlerken bağlama, önce Heves Ali’nin bu dünyada sözünü söyleme aracı, Yusuf’un elinde ise babadan tevarüs eden bir kimlik ve belki farkında olmadığı veya kabullenmekten kaçtığı benzerlikler.

    Hikâyenin bir âşık geleneği olan âşıklar bayramı üzerine kurulu olması, müziği de önemli unsurlardan biri durumuna getiriyor. Heves Ali’nin bir sahnede söylediği “Gül Yüzlü Sevdiğim” türküsüyle Yusuf’un evde yalnızken dinlediği, Yaşar Kurt’un “Ruhum” adlı şarkısında ortak bir sözcük geçer: “ruhum”. Farklı türden dinledikleri ya da icra ettikleri, bir bakıma kendi kimliklerini tarif eden müzikler, çatışma temelinde kurulan bu baba – oğul hikâyesinde karakterlerin buluştukları noktayı duyumsatıyor. Babasına kızgın olduğu konuda kendisinin de benzer hataları, başkalarında açtığı yaralar var. Bu yüzden sanki tek bir ruhu bölüşmüş gibi Yusuf ile Heves Ali. Babasını bağışlamak için ondan birkaç sözcük duymak isteyen Yusuf’a babasını affetmekten başka yollarının olmadığını kabul ettiren ise filmde yine sözünü türküler aracılığıyla söyleyen Zere Kadın. Film boyunca kullanılan türkülerin yanı sıra, Yusuf’un okuduğu, Latife Tekin’in Sürüklenme romanını da Yusuf’la Heves Ali’nin yolculukları bağlamında okumak, izleyiciye filmi daha katmanlı biçimde çözümleme olanağını veren bir öneri olarak karşımıza çıkıyor.

    Âşıklar Bayramı, hikâyenin yapısı gereği iki başrol oyuncusu Kıvanç Tatlıtuğ ve Settar Tanrıöğen’in sahnelerinin ağırlıkta olduğu bir film. Settar Tanrıöğen, oğluyla vedalaşmak üzere yola çıktığının farkında olan Heves Ali’nin sükûneti altında kalan birçok duyguyu, Kıvanç Tatlıtuğ da Yusuf’un öfkesiyle iç içe geçmiş özlemini, yirmi beş yılın telafisinin artık mümkün olmamasının yarattığı çaresizliği minimal bir oyunculuğu tercih ederek izleyiciye aktarıyorlar. Öte yandan Laçin Ceylan ve Erkan Can gibi ustalar, kısa ama önemli sahnelerdeki performanslarıyla dikkat çekiyor.

    Filmi Özcan Alper sinemasındaki yeri açısından değerlendirdiğimizde yolculuk izleği, müziğin hikâyedeki önemi, anlatım dili gibi özellikler nedeniyle Âşıklar Bayramı’nın önceki filmleriyle ortaklıklar gösterdiğini ve bir bütünlük oluşturduğunu, başka deyişle bir auteur yönetmenin imzasını taşıdığını söyleyebiliriz. Sinemayla birlikte edebiyatta da pek çok defa işlenen bir konu olan baba – oğul çatışmasının çoğunlukla otorite bağlamında ele alındığını düşünürsek Alper’in filmi, söz konusu çatışmayı başka bir hikâye üzerinden anlatarak kendi dilini kurabildiği için tekrara düşmüyor; ancak bu izleğin işlendiği filmleri, romanları ve öyküleri gözden geçirdiğimizde şöyle bir soru akla gelebilir: Çatışmanın yok denecek kadar az olduğu, hatta hiç olmadığı bir baba – oğul ilişkisi mümkün müdür? Kurmaca bir hikâyenin ilerleyebilmesi için çatışma ve karşıtlıklara gereksinim duyması nedeniyle filmlerde ya da romanlarda belki çok mümkün değildir ama nesnel gerekçelikte Yusuf ile Heves Ali’ninki gibi benzerliklerin fark edilmesiyle çatışma ortadan kalktığında yahut hiç başlamadığında tecrübeyle sabittir ki böyle bir baba – oğul ilişkisi de mümkündür. 

    Baran Barış

     

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top