Hesabım
    Düşeş
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Düşeş

    Kırsalda Derin Yüzleşmeler

    Yazar: Onur Kırşavoğlu

    The Discovery ve The One I Love gibi başarılı filmlere imza atan Charlie McDowell’ın üçüncü uzun metrajlı filmi olan Windfall, birkaç ortak fikre ve Justin Lader’la Andrew Kevin Walker’ın senaryosuna dayanıyor. Netflix vizyonuyla izleyici karşısına çıkan film, drama ve kara komedi türlerini bir araya getiriyor. Filmin başrollerini Oscar adayı Jesse Plemons, Emily in Paris’le çıkış yakalayan Lily Collins ve How I Met Your  Mother’ın yıldızlarından Jason Segel üstleniyor. Filmin ön plana çıkan bir diğer özelliği ise tek mekanda geçiyor oluşu. Türkçe adıyla Düşeş olarak karşımıza çıkan film, bir suç ilişkisi çerçevesinde sınıfsal farklılıklar ve bir ilişkinin çıkmazları üzerinden derdini anlatmayı seçiyor.

    Zengin ve ünlü bir çift, küçük bir kaçamak için kırsaldaki yazlık evlerine gelirler ve onları eli silahlı bir soyguncu beklemektedir. Bu oldukça tanıdık hikaye, McDowell’ın tek mekan kullanımı, gergin ve soğuk kara mizah anlatımı ve senaristlerin bazı ideolojik manevralarıyla türdeşlerinden biraz ayrılıyor. Süresi de makul olunca, kağıt üzerinde sağlam bir film bizi bekliyor gibi görünüyor ama aynı hissi filmin ikinci yarısında almak mümkün değil. Film, hikayesini, biri kendini sonradan açık eden iki toksik erkek arasında sıkışan bir kadın üzerinden inşa ediyor ve final yolunu da buradan kuruyor. Kara film ve kara mizah anlatıları arasına çok rahat eklenebilecek atmosfer ve temposu yerinde başlayan ilk yarım saat seyirciyi yakalamayı başarıyor. Sonraki bölümde bariz bir şekilde hantallaşan anlatı, ideolojik mesajlarla ve rehin alınma durumunun, bir ilişkinin anatomisinin irdelenmesine geçişindeki basit diyaloglarla irtifa kaybetmeye başlıyor. Sınıfsal farklılık üzerinden bir pencere daha açan senaryo, erkeklerin kıskançlık ve güç takıntıları üzerinden meselesini ve temposunu biraz toparlıyor ve süresini dolduruyor.

    Bol hicivli diyaloglar, iki beyaz erkek üzerinden ilerlerken, bir Meksikalı karakterin dahil olmasıyla belli bir çatı altında toplanıyor. Dolayısıyla, meselesini daha net anlatma fırsatı buluyor. Biraz da senaryoda hiçbir şekilde iyi bir karakter olmadığı söylesek sanırım yanlış olmaz. Bu cümle, final bölümünden sonra daha net anlaşılacaktır. Kadın karakterin, soyguncuya “birbirimiz tanıyalım” minvalinde söylediği sözler, yine evliliğine yapılan bir gönderme olarak görülebilir ve altında yatan formalite ilişki sıkışıklığı çok net olarak anlaşılabilir ki birçok diyalog bu konuda çok bariz bir şekilde karşımıza çıkıyor. Elbette, tüm bunları ayıklayınca filmden geri kalanlar çoğuizleyiciyi memnun etmeyecek. Hatta, bu söylemlerin basit olduğunu düşünen birçok izleyici de olacaktır. Oyunculuk performansları nispeten durumu kurtarsa da karakterlerin ilgi çekici olmadığını ve altlarının çok boş bırakıldığını da söylemek mümkün. Bu, biraz inandırıcılık sorununu ve geri planı olmayan karakterlerle bağ kurmaya çalışmak gibi güç bir izleme deneyimini gerektiriyor. 

    Windfall, 90’lı yılların Tarantinesk filmleri gibi bir havayla sona eriyor. Geveze, komik, bol göndermeli ve bir şekilde kanlı. Bu açıdan, makul olduğunu başta belirttiğim süresi nedeniyle filmi tamamlayıp, iyi vakit geçirenler de elbette olacaktır ama McDowell’ın önceki filmlerine kıyasla oldukça zayıf olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Son tahlilde, ilgi çekici başlayan, kara mizah sosunu iyi kullanan, erkeklik, sınıfsal farklılıklar ve ilişki üzerinden derdini net anlatan ama bu konuda biraz basit kalan, temposunu da gittikçe düşüren ortalama bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Plemons, son yıllarda olduğu gibi yine filmin ön plana çıkan performansını sergilemiş ve onun gücü filme tutunmak için önemli sebeplerden biri. Bir mizah filmi de izlesek, Çehov’un dediği gibi, “Gözümüzün önünde bir silah varsa, o silah mutlaka patlar.”

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top