Herkesin payına düşen film!
Yazar: Banu BozdemirTodd Haynes’in son filmi May December’da Natalie Portman’ın başarıyla canlandırdığı Elizabeth, trajik bir geçmişi olan Gracie’yi (Julianne Moore) inceleyen bir televizyon aktrisini canlandırıyor, Hem de doymak nedir bilmez bir ifadeyle! İki oyuncunun da bu öyküden keyif aldıkları çok belli! Filmin ilk sahneleri de bu keyif alma, merak etme ve gizlice kulak kabartma duygusu üzerine kurgulanmış zira. Elizabeth otele yerleşmek üzere arabadan indiği andan itibaren öbekleşmiş turist kafileleri yıllar önce bu kasabada yaşanan korkunç bir olayı dinlemek üzere toplanmış gibi, anlatıcı da zehirli bir örümcek gibi Gracie’ye dolanan Elizabeth olmalı, dinleyiciler arasında kendinizi görürseniz şaşırmayın!
Sammy Burch’un kaleminden damlayan detaylarla birbirine geçen iki kadın karakterin renklendiği hikaye, Elizabeth’in kimi zaman yargılayıcı, kimi zaman karakterin yerini almaya kadar cüret edeceği bir keşif ve araştırma gezisi havasında ilerliyor.
Elizabeth’i bir ev sahibi edasıyla bekleyen Gracie’nin sadece yetmeyecek sosisleri dert ediniyor ve bahçeye bırakılan kutunun içindeki pisliği dert etmiyor gibi görünmesinin altında büyük bir bastırılmışlık olduğunu, yalnız kaldığında girdiği ağlama krizleriyle tamamlıyoruz. Kapıya çok defalarca bırakıldığı için anlamını yitiren hayvan / insan pisliğiyle ilk defa karşılaşan Elizabeth’in aldığı hazzı tahmin etmek ise zor değil!
Film bir yandan da öznellik katmanlarını önemseyerek ilerliyor, mesela ne olduğu, nasıl olduğu, geliştiği ve sonuçlandığı konularıyla neredeyse ilgilenmiyor, sadece ahlaki yargılarla açıklanabilecek konuyu, değişen algılarla anlatıyor. Haynes bir yandan konudaki ince mizahı hissetmiş gibi ama bir yandan da ciddiyetini bozmamak için çaba sarf ediyor. Işığı da çoğu zaman bu ruh haline uygun, depresif, puslu inşa ediyor ve neredeyse en tutarsız filmlerinden birine imza atıyor!
Filmde sorulması gereken bir başka soru da Gracie, hayatını oynamak isteyen bir aktrisi neden bu kadar ailenin içine almayı, onlarla takılmasını kabul ediyor? Gracie’in hayatının filme çekilecek yanı ne olabilir ki? Aslında yazının bu kısmına kadar açık vermediğimiz konu, Grace’in 36 yaşında evli ve bir çocuklu kadınken yedinci sınıfa giden Joe adlı bir oğlanla ilişkiye girip hamile kalması, cezaevine gidip, ikizlerini orada doğurması ve çıktıktan sonra Joe ile evlenmesidir. Kasabada infial yaratan, evlerine yıllarca pislik yollanmasına kadar devam eden olaylar ise bu olayın süzülmüş trajedisi. Film herkesin payına düşen kısımla ilgilenmeye çalışırken, Elizabeth’le ilgili olarak bizi sınıyor, yargılarımızın değişip değişmediğini kontrol ediyor. Tiyatro kulübünde yapılan soru cevap kısmı Elizabeth’e dair fikirlerimizin olumsuz anlamda değiştiği noktadır, tabii daha birçok şey de var. Elizabeth, Gracie’yi taklit ediyor, onun sesiyle, ruj rengiyle özdeşlik yakalamaya çalışıyor ve içinden kimin çıktığı konusunda bizleri de ikilemde bırakıyor. Elizabeth yolunda gitmeyen kariyeri için Gracie’nin çalkantılı hayat hikayesiyle, hayat bulmaya çalışıyor.
Filmin akışı iki kadının arasında vuku bulurken, Charles Melton’un hayat verdiği Joe da payına düşeni yaşayanlardan. Tırtılları kelebeğe dönüştürüp onları doğaya salan Joe, artık kelebek olmuş ama özgür kalamamış genç bir adam. Genelde karısının denetlemeleri ve hezeyanları arasında bira içerek ve görünmezmiş gibi yaşayarak devrini tamamlıyor. Filmde onun da payına düşen yüksek bir sahne var. İç burkucu, yaşadığı zamanın Gracie’ye ait olduğunu anlatan sahne. Oğluna, beni hissediyor musun, senin için kötü bir anı mıyım dediği bir sahne var ki, pişmanlık mı barındırıyor, yoksa af mı diliyor kimbilir!
Sonuçta Gracie ve Elizabeth gibi iki baskın ve kontrolcü tipin hakimiyetinde giden filmde bir kez daha Haynes’in boşluklu yapıları doldurmayı sevdiğini, gerçek ve dipte kalan tortulu dünyalar arasında gezinmeyi sevdiğini düşünüyoruz. Filmin iğneli bir yapısı var ama Haynes bunu mümkün olduğunca kimseye batırmadan yapmaya çalışıyor.