Yobazlıktan yobazlık beğen…ya da beğenme!
Yazar: Duygu KocabaylıoğlummKadınlığınızı nasıl alırsınız? Toplumsal kademede ikinci ya da beşinci sınıf vatandaş sıfatına sahip olarak ve insani değerlere ait çok temel özgürlükleriniz elinizden alınmış olarak mı? Yoksa aile içerisinde varlığınızın -eşiniz dahil- evin diğer tüm erkekleri tarafından neredeyse yok hükmünde sayıldığı haliyle mi? Ya da eşit ve hür bir birey kimliği ile adınız, varlığınız kamusal/özel hayat fark etmeksizin insani değerlerle ölçüldüğünde mi?
Akli melekeleri yerinde olan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysanız sizin de seçiminiz -benim gibi -şüphesiz ki son şık olacaktır. Hatta bu şıkkın içini “kamusal alanda pantolon giymek, tek başına araba kullanmak, maaşlı işe girmek ve kamusal alanda çalışmak, yalnız başına alışverişe gitmek, özgür irade ile oy kullanmak” gibi daha pek çok gündelik tabirle de doldurarak somutlaşatırabiliriz. Biz somutlaştırabiliyoruz da gündelik hayatında bunca basit eylemi ifa etmekten men edilen, Orta Doğu’nun katı şeriat ve hatta Taliban rejimleri altındaki milyonlarca hemcinsimiz pek çok eylemi dillendirmeye dahi cesaret edemiyor. Başındaki örtüyü tamamen açtığı için halen recmedilerek öldürülen kadınların olduğu bir dünya düzeni ya da düzensizliğinde, terazinin hangi kefesini doldurup boşaltsak yine de faydasız.
Bu politik ve mecburen gergin girişi, bu hafta gösterime giren Benim Güneşli Maad’ım (My Suuny Maad) adlı animasyon filme dair siz seyircileri biraz hazırlamak için uzun tuttum. 32. Ankara Film Festivali’nde seyretme şansı elde ettiğim bu politik animasyon film, hem o festivalin hem de 2021’nin en farklı yapımlarından biri olarak yerini aldı benim için. Afganistan’da geçen öyküsüyle Çek, Fransa ve Slovakya ortak yapımı olan film, bu yapısı itibariyle oryantalist yaftasını en baştan yemeye çok açık. Fakat 2021’de, 20 sene sonra gerçek bir kabus olarak arzı endam Taliban rejiminin aldığı ilk kararlar itibariyle biliyoruz ki anlatılan hiçbir şey abartı ya da oryantalist değil; hatta zannımca filmde fazlası yok, eksiği var!
Çek Cumhuriyeti’nde batı dünyasının bir kadına verdiği tüm rahatlığı sonuna kadar yaşarken, aşık olduğu adamın peşinden onun memleketine giden ve hem eşiyle hem de eşinin ailesiyle, hem de ülkesiyle evlenmek zorunda kalan Herra’nın Afganistan ile olan gelgitli ilişkisini ele alıyor film. Herra aslında biraz da olduğu ortamdan sıkıldığı için değişiklik peşine düşüyor, genç yaşında kendince bir maceraya atılıyor; üstelik Nazir’in Herra’ya verdiği “Ben ülkemdeki insanlardan farklıyım, eğitimliyim” imajı ve güveni kısa sürede maalesef boşa düşüyor. Herra’nın peşine düştüğü yegane şey aslında birazcık huzur ve “bu huzuru da sevdiğim adamla, bu şartlarda bulacaksam sorun yok” görüşünde olacak kadar da kanaatkar bir genç kadın.
Gel gör ki filmin geçtiği yıllarda topraklarında Amerikalılar olmasına rağmen, kafa olarak gerici şeriatla yönetilen Afganistan’da bir kadın için, hele ki erkeklerle eşit muamele görmeye alışmış bir batılı kadın için işler hiç umduğu gibi gitmiyor Herra’nın. Filmin bu gelişme noktasında Herra’nın her şaşkınlığı ve hayal kırıklığında kendimizi “Peki, ya ne olacaktı ki?” demekten de alıkoyamıyoruz maalesef. Kendisini çıkışsız hissederken şans eseri Muhammed (Maad) isimli kimsesiz bir çocukla ailenin yolları kesişiyor ve Herra bu evdeki sıkışmışlığını Maad’a sarılarak hafifletmeye çalışıyor. Belki de onun kimsesizliğinde kendisini buluyor… Senaryo nihayet Herra’ya bir baş kaldırma ve yaşadıklarına karşı kendince direnme olanağı sunduğunda ise işin gerisi çorap söküğü gibi geliyor… Neyse ki!
Petra Procházková’nın Frista adlı romanından Ivan Arsenyev ve Yaël Giovanna Lévy tarafından uyarlanan bu senaryo aslında yaşanmış bir hayat hikayesinin de izlerini taşıyor. Romanın yazarı ve gazeteci Procházková da zamanında evlenerek Afganistan’a taşınmış bir Çek kadın. Bu anlamda filmin de dürüst davrandığını ve karakterleri oluştururken tipolojilerin tuzağına düşmediğini dile getirmek gerek. Afgan ailenin en yaşlı mensubu büyük baba gayet liberal görüşlere sahip ve kadına eşya değil de insan olarak yaklaşabilen, çevresine göre aydın bir adam. Herra’ya başta mesafeli davranan ailenin kızı Freshta da bir zaman sonra ‘yabancı geline’ hak verip, kötücül tavrını geride bırakmayı başarıyor; bu anlamda kadın dayanışması bile yaşanıyor yani filmin akışında. Yönetmen Michaela Pavlátová her ne kadar “Bu, iki insanın arasındaki ilişkiye ve ailevi duygulara dair bir film olsun istedim” dese de kendisi de bu öykünün politik düzleminden bağımsız değerlendirilemeyeceğinin farkında.
Uzun lafın kısası, animasyon türünün bir yönetmene anlatım dili açısından sunabileceği tüm olanakları gayet de yetkin bir biçimde senaryoya yedirmeyi başaran Michaela Pavlátová imzalı Benim Güneşli Maad’ım dünya prömiyerini yaptığı 2021 Cannes Film Festivali’nden nihayet 1 sene sonra ülkemizde vizyona giriyor. Toplumsal açıdan geldiğimiz, getirildiğimiz tüm olumsuzluklara rağmen yaşadığımız coğrafyada halen eşit bireyler olarak nefes alabilmemizin şansını akılda tutarak seyredilesi.
21.yy’da kendi ülkemizde birey olabilmemizin önünü 100 sene önce açanlara minnet ve şükranla…
Twitter.com/duygukocabayli