David’in Sevgisi Gerçek mi?
Yazar: Orkan ŞancıSinema:
A.I., Profesör Hobby'nin çalışma arkadaşlarına yaptığı konuşmayla açılıyor. Pencereden içeriye süzülen sert ışık, dış mekanı görmemizi engelliyor (Goya etkisi)... Film, ilk 1 saat boyunca, Spielberg'in sade ama aslında hüner dolu anlatımıyla, ayrıntılara fazla takılmadan ilerliyor. David rolünde Haley Joel Osment, inanması güç belki ama, The Sixth Sense'de olduğundan (6. His) bile daha başarılı. David'in aile üyeleriyle etkileşimi, zekice esprilerin yeraldığı gerçekten orijinal bir ilk saat.
Ancak ne oluyorsa ondan sonra oluyor. Sanki Stanley Kubrick mezarından kalkarak yönetmen koltuğuna oturuyor. Ya da, David'in ormana terkedilmesinden sonraki bölümler, Kubrick'in story-board'larıyla çekiliyor, bilemiyorum. Jude Law'ın müthiş başarılı Gigolo Joe tiplemesine, hatta seyirciyi kahkahalara boğan harika Teddy'e karşın, film iç ritmini kaybediyor, senaryo akmıyor, anlatım bozuluyor. (Bu arada dış mekanlarda 1982 tarihli Ridley Scott klasiği Blade Runner'ın havası hissediliyor)
Tüm bunların sonunda bir de karşımıza Brian de Palma'nın Mission: Marsından fırlamış gibi duran felaket uzaylılar çıkıyor! Dahası, film bir türlü bit(e)miyor. Bana kalırsa, David'in "anne" diyerek aşağıya atladığı o etkileyici sahneyle bitmeliydi.
Felsefe:
David'in sevgisi gerçek miydi? Hayır! Gerçeğin tersi yalan değil ki!
David, sevgisinin gerçek olduğuna inanıyordu. Peki ya annesi? Yanlış-sahte-simülasyon-mecha ya da ne derseniz deyin, anne bunun farkındaydı ama bir yandan da "etkileniyordu". "Sevilmek", böylesi bile mutluluk verebiliyordu. Ama ne yaparsanız yapın, hatta isterseniz ormana terkedin, yine de sizi sevecek bir çocuk, ya da başka bir deyişle fabrikasyon olarak full sevgi yüklü David'in, size "gerçek" birşeyler hissettirebilmesi mümkün mü?
Beynin tat alma bölümünün, dışarıdan bir doktor müdahalesi ile uyarılmasını düşünün. Beklenen tepki oluştu ama etki kaynağı "gerçek" değil. Bu durumda o beynin sahibi kişi, gerçekten bir şey mi tatmış oldu? Sevgiyi, sadece karşı tarafta öyle ya da böyle bir etki oluşturmasıyla sınırlamamız mümkün mü?
Bugün, Sir Roger Penrose'un başı çektiği bir grup yüksek-fizik profesörü, günün birinde Yapay Zeka sahibi robotların yapılabileceğini kabul ediyorlar, ancak, onların asla "insan gibi" düşünemeyeceklerini öne sürüyorlar. Hatta koruma mekanizmaları nedeniyle insanlık için bir tehlike oluşturabileceklerini vurguluyorlar.
Bir grup bilimadamı ise, karşılık olarak, yapay zekaların ameliyatlara insan doktorlar yerine girebileceklerini, trafik polislerinin yerini alabileceklerini, yani kısaca insanlara rakip değil yardımcı olacaklarını savunuyor.
Kubrick ve Spielberg'in A.I.'ı ise, bu iki görüşten ilki ile daha çok ilgileniyor. Ama maalesef filmin bunu yaparken izlediği yol, bilimsel bir düzlemden geçmiyor. Spielberg, filmin sözünü ettiğim ikinci bölümünden itibaren "masalcı dede" üslubuna geçiş yapıyor.
Mecha'ların bir arenada başına gelenler hem "imha ediliş" hem de bir çeşit "ölüş" gibi veriyor. Onları keyif içinde izleyen kalabalık da, gladyatör dövüşlerini izleyenlere yönelik eleştiriye selam gönderiyor. David, bir gün insan olacağı şeklindeki hayalinin peşinde koşarak "insan gibi düşünüyor" ve "davranıyor". Ancak Spielberg, çelişme pahasına, bir yandan David'in "gerçek?" gözyaşlarıyla seyirciyi etkilemeye çalışırken diğer yandan da onun yanılgı içinde olduğunun, hiç bir zaman insan olamayacağının altını çiziyor.
Yani Spielberg'in masalı, Pinokyo'nun aksine, mutlu bitmiyor.