Gizli öznelerin peşinde bir kasaba masalı…
Yazar: Duygu KocabaylıoğluSinema diliyle olduğu kadar mütevazı tavırlarıyla da festivallerde ilgi gören yeni nesil sinemacılarımızdan Tufan Taştan’ın yönetmenliğini üstlendiği ve 40. İstanbul Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yapan “Sen Ben Lenin”, gezdiği festivaller sonrası daha fazla da geciktirmeden, biraz da fazla kalabalık bir vizyon haftasında gösterime giriyor…
28. Adana Altın Koza Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde seyretme fırsatını yakaladığım yapım, Adana’da açık ara en yoğun seyirci ilgisine mahzar olan filmdi. Tabii bu ilgide filmin her biri kendi başına başrol olacak kalibredeki yıldız oyunculardan oluşan “asemble kadrosunun” etkisi çok büyüktü. Velhasıl bu festivalin ödül dağılımında jüri tarafından göz ardı edilse de seyirci, filmi Adana Seyirci Ödülü’ne layık görerek ‘halkın sevgilisi’ mertebesine çıkardı. Öte yandan, şüphesiz ki karşımızda bu tabirden çok daha fazlasını barındıran bir yapım var.
Önce kısa özet geçecek olursak; sanki zamansız ve coğrafyasız (sadece denizi olduğunu bildiğimiz) bir kasabanın sahiline günün birinde bir Lenin heykeli vuruyor; önce çocukların sonra da halkın ve nihayetinde bürokrasinin de ilgisini çekiyor, fakat tam da törenle kasaba meydanına dikileceği günün öncesinde, bu heykel sırra kadem basıyor! Kimler gördü, kimler ilişki kurdu, kim çaldı, neden çaldı, koca bir muamma… Ve bir arzu nesnesi olarak hem kasabalının hem de seyircinin önüne atılan ama perde gerisindeki bizlerin hiç göremediği bu kayıp heykelin soruşturulması için görevlendirilen iki polis amiri, tüm kasaba halkını tek tek sorguya çekiyor. Amaç, ifadelerle ‘büyük resmi’ tamamlamak ve heykeli ne olursa olsun bulmak…
Ankara doğumlu olan ve film yönetmenliğinden önce tiyatroculuk, oyunculuk, yazarlık geçmişi olan Tufan Taştan, polisiye kurgusuna yedirilen kara mizah örneği Sen Ben Lenin’i yakın dönemin sağlam yazarlarından Barış Bıçakçı ile beraber kaleme almış. 2017’de Pelin Esmer ile “İşe Yarar Bir Şey” filminin senaryosuna da imza atan Bıçakçı, aslında Seyfi Teoman’ın (ki çok genç ve yazık bir kayıptır, ışıklar içinde olsun) “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” (2011) filminden bu yana edebiyatseverlerin yanı sıra sinema seyircisi tarafından da bilinen bir isim olageldi. Senaryolardaki Barış Bıçakçı dokunuşunu, karakter işlenmesini ve hatta diyalogların seyirci tarafından artık fark edildiğini söylemek mümkün. Hele ki “Sen Ben Lenin” filmini göz önüne alırsak!
Zira yukarıda bahsettiğimiz soruşturma tek mekanda geçiyor ve neredeyse tüm yükünü, karakterlerin polisiye olay örgüsünü farklı açılardan tutarak anlatma kabiliyetlerine yaslıyor. Bu açıdan film, kelimenin tam anlamıyla bir diyaloglar Jenga’sı! Her bir sahnenin ve karakterin kayıp olan meşum Lenin heykeli ile bir şekilde bir bağlantısı var; ama, hiç kimse ağzındaki baklayı ilk soruşturmasında hemen de çıkarmıyor, olaylar dallanıyor budaklanıyor, soruşturmayı yürüten komiserler bir umut Jenga çubuklarını çekiyor çekiyor ama karakterlerin müthiş soru-cevap diyalogları ile bazen de monologlarla ördüğü bu kule, uzun süre dağılmadan dengede kalmayı başarıyor. Evet, seyirciyi ilk bakışta ürkütecek kadar çok karakter var ve tabii ki ana hikaye harici karakterlerin de gördüğümüz, algıladığımız birer nev-i şahsına münhasır kişiliği var. Öte yandan bu denge Taştan ve Bıçakçı ikilisi tarafından öyle iyi kotarılmış ki bir yandan polisiye duygusunu koruyarak diğer yandan hikaye akışına kendinizi kaptırarak izliyorsunuz. Bu haliyle senaryonun 32. Ankara Film Festivali’nden ‘En İyi Senaryo Ödülü’ ile döndüğünü de hatırlatalım.
Bu akış içerisinde filmin tek mekan zarureti biraz olsun, komiser Ufuk’un (Saygın Soysal) pencereden dışarı baktığı ve kasabayı kendi hayal dünyasında giydirdiği o sürreal öğelerle kırılıyor. Bir de tavandan gelen, kimden kaynaklandığı şüpheli olan ama hakkında tahminler yürütebileceğimiz gıcırtılarla…
Sona doğru yürürken kafamızdaki soruları çözmek yerine daha da çok arttıran Sen Ben Lenin, özellikle hüzün ve tebessüm arasında gidip gelen final jeneriği ile de seyirciye son vuruşunu yapıyor. Ah be Ahmet abi, sen ne güzel adamdın! Peki ya gerçekten var mıydın?
Konuk oyuncu olarak görünenler de dahil “az ünlü” oyuncunun dahi olmadığı şampiyonlar ligi kadrosuyla, bulunamayan bir heykelin hüzünlü hikayesini beyazperdeye taşıyan “Sen Ben Lenin”, 26 Kasım’ın kalabalık vizyon haftasında en seyredilesi yerli yapım olarak vizyonda. İlk giriş sahnesinden itibaren mutlaka dikkatle ve kafanızda sorularla izleyin…
Keyifli seyirler!
Twitter.com/duygukocabayli