Costa-Gavras <b>Amin</b> Dediğinde...
Yazar: Nur ÖzgenalpBu hafta İstanbul, Sinema-Tarih buluşmasına ev sahipliği yapıyor. Açılışta, dünyaca Costa-Gavras adıyla tanınan Yunan sinemacı Konstantinos Gavras'ın son filmi Amen gösterildi. 1968'de Z filmiyle sınırlarını çizdiği vicdan sinemasının hala en önde gelen isimlerinden biri olan Costa-Gavras; tarzını geliştirirken diğer siyasi yönetmenlerin düştüğü kendi ideolojileri odaklı görüş hatasına düşmeden, öyküsünü klasik sinema dilini koruyarak işlemeyi başarıyor. Costa-Gavras hakkında rahatlıkla söylenebilecek başka bir şey de; kendilerini saplantı derecesinde prensiplerine adamış karmaşık yapıdaki kahramanları yorumlamakta çok başarılı olduğu.
Şüphesiz dünyanın en etkili politik sinemacılarından biri olan; Z'nin, Confession'ın ve Kayıp'ın yönetmeni Costa-Gavras; merkezine II. Dünya savaşındaki Nazi acımasızlığına karşı tepkisiz kalan Vatikan'ı alan çok ilginç bir film daha ortaya koyuyor. Amen, tüm hatalarına ve karışıklığına rağmen ışıldıyor. Bazı Katoliklerin tepki göstereceği; bazılarının da cesaret edemeyeceği bir biçimde Papayı tepkisizliğinden dolayı ayıplıyor. Tüm olanların tek sorumlusunun Naziler olmadığını; Nazilerin yaptığı herşeyi bilmelerine rağmen bunlara göz yumanların da sorumluluklar altında ezilmesi gerektiğini savunuyor. Böylece; hem politik görüşünü başarıyla işine dökebilen hem de bunu yaparken işinin ince ayrıntılarını ustalıkla yerine getiren Costa-Gavras; acımasızlık tarihi'ni sinemaya taşıyor.
Film Protestan SS Teğmeni Gerstein'in (Ulrich Tukur), kendi icadı olan Zyklon B maddesinin, Naziler tarafından Yahudileri, çingeneleri ve akıl hastalarını öldürmek için kullanıldığını anlayınca yaşadığı çelişkileri işliyor. Bir yandan bu soykırımı önlemek için yardım isteyebileceği kişileri ve kurumları araştırırken; bir yandan da geleceğini ve ailesini tehlikeye atmamak için Nazilerin verdiği görevleri yerine getirmeye devam ediyor. Gerstein karakteri gerçek hayattan alınmış. Oysa Mathieu Kassovitz'in canlandırdığı Cizvit rahip Riccardo Fontana'yı; Costa-Gavras hikayeye eklemiş. Böylelikle; öykünün Vatikan yönünü işleyebilmek için eline daha çok malzeme geçmiş.
Filmin öyküsü; Rolf Hochhuth'un ünlü oyunu The Representative'e dayanıyor. Costa-Gavras filmin orijinal, kapalı mekan için tasarlanmış tiyatro metnini açıp sinemaya taşıyarak çok doğru bir seçim yapıyor ve birkaç kişi arasında geçen oda toplantılarında bile tiyatro sahnesi hissi uyandırmadan, ortaya başarılı bir sinema koyuyor. Diyaloglar birbirini destekleyerek ve önemli noktalara değinerek gelişiyor.
Filmin açılışı oldukça vurucu. Alman Yahudi gazeteci Stephan Lux, 1936'daki Birleşmiş Milletler toplantısında; Yahudi Soykırımı'na kimsenin tepki göstermemesini protesto ediyor ve kendini öldürüyor. İnsanların, diğer insanların acılarına duyarsız kaldığını ve artık buna dayanamadığını söylüyor. Böylece film anafikrini buluyor.
Amen; SS, Vatikan ve hatta aile kurumlarının hepsine birden saldırıyor çünkü bu kurumlar; sözde; erdemin varlığını korumak için bireylerin ahlaki davranışlarını yönlendirmeye çalışıyor. Gerstein bu kurumlar arasında gidip gelirken, kendi iç çelişkileri de ortaya çıkıyor. Bir yandan Vatikan'dan umut bekleyen bir yandan da Nazilerin eylemlerine göz yuman; bu oldukça karmaşık karakteri Ulrich Tukur başarıyla canlandırıyor. Amen'de; sistem hem bireyi ortaya çıkarıyor ve onun kazanmasını sağlıyor hem de onu yok ediyor.
Filmde; Yahudi Soykırımı'nın; maalesef ki; klişesi haline gelmiş, alışıldık görüntüleri olan bir deri bir kemik kalmış insan cesetleri yığınlarına yer verilmiyor. Sadece bir sahnede uzaktan cesetlerin yakılışı gösteriliyor; ki bu bile oldukça estetik ve filmin anlatım diline uygun çekilmiş bir sahne. Costa-Gavras; vahşeti birebir seyircinin gözüne sokmak yerine seyircinin görüntüden de acımasız olan hayalgücünü çalıştırmayı tercih ediyor. Verileri veriyor ve işi seyircinin beynine ve vicdanına bırakıyor. Nazi subaylarının sapıkça bulunabilecek gaz odasında ölenleri röntgenleme sahnesi dehşet verici. Bir şekilde izlediklerinden zevk alıyorlar. Gerstein'ın delikten bakınca yüzünün aldığı şekil seyircinin birebir görebileceklerinden daha fazlasını canlandırmasını sağlıyor. Yönetmen acımasızlığı, vahşeti Gerstein'ın yüzünde yakalıyor. Aynı şekilde sürekli gidip gelen tren görüntüleri de seyircinin hayalgücünü tetikliyor. Seyirci biliyor ki, o trenin kapıları her kapandığında bir grup Yahudi daha toplama kampına sevk ediliyor ve trenin kapıları her açık geçtiğinde giden Yahudiler artık yaşamıyor. Trenin bacası sürekli tütüyor, siyah dumanlar göğe yükseliyor ve aslında filmde hiç birebir görülmeyen, kampların bacalarından yükselen dumanları simgeliyor. Bu gitgel sahneleri filmin içinde sık sık tekrarlanıyor. Seyirci sabırsızlanıyor ve Gerstein ile Riccardo'nun soykırıma karşı olan boş çabaları, seyircinin içini acıtıyor. Costa-Gavras; bu kadar açık, net ve etkili bir sistemin nasıl Alman halkı tarafından fark edilmediğini ve dış ülkelerin ve kurumların da kendi politikaları doğrultusunda olanları görmezden geldiğini, hatta göz ardı ettiğini sorguluyor!
Filmin en iyi sahnelerinden bazıları da; baba oğul ilişkisi üzerine kurulu olan sahneler. Gerstein ve babasının ilişkisi de; Riccardo ve babasının ilişkisi de ustalıkla işlenmiş. Gerstein sistemin savunucusu - hatta kuklası- olan babasıyla iletişim kuramıyor. Babasıyla ülke ve onur hakkında ayrı düşen görüşleri sürekli çatışıyor. Kendi oğlu, sürekli Nazi selamı vermeye çalışıyor. Riccardo, Yahudilerin yanına katılmaya gittiğinde babası oğlunu koruyamadığı için işini bırakmaya karar veriyor ve Papa ona "Babalık, tacı dikenlerden örülmüş bir krallıktır." diyor.
Costa-Gavras; görsel tasarıma da büyük önem vermiş. Nazi kurumlarının ve Vatikan'ın gücünü temsil eden koridorları; beyazperdeye özenle tasarlanmış planlarla yansıtıyor. Toplama kamplarında özellikle soğuk yeşil filtre kullanılmış.
Görsel tasarım demişken Amen'in posterine de değinmek gerek. Posteri, Benetton'un ünlü sanat yönetmeni Oliviero Toscani tasarlamış. Filmin tüm içeriğini ortaya koyan bu poster bir çok Hıristiyan'ın yüreğini hoplatmış!
Gücün mekanikleştirdiği bireyin yetersizliklerini işleyen bu çalışmada; dürüstlük ve doğruluk yolunda Gerstein ve Riccardo ne kadar dua etse de Amin'leri duyulmuyor...