Hesabım
    Empire Of Light
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Empire Of Light

    Tadında nostalji, iyidir…

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    90’lı yılların sonundan bu yana sinema seyircisinin karşısına çıksa da geride kalan 20 küsür yıl içine az ama öz işler yaptı hep Sam Mendes. 1999’da hem seyircilerin hem eleştirmenlerin aklını başından alan American Beauty'den sonra filmografisinde sade adımlarla ilerledi. Gişe hitlerinden uzun bir süre uzak durdu taa ki 007 efsanesinin Daniel Craig’li serisine kadar. Vizyonu talihsiz biçimde global pandemiye denk gelen I. Dünya Savaşı dramı, devasa bütçeli 1917'nin ardından, Empire of Light ile sakin ve derinliğinden emin olduğu sulara geri dönüyor Amerikalı yönetmen…

    Taşı en başından gediğine koyalım Empire of Light, tam bir pelikül yılları ‘güzellemesi’... Kelime oyunu yapmak istesek ‘Peliculas Beauty’ bile diyebiliriz bu film için! Filmin yönetmenliğinin yanı sıra senaryosuna da imza atan Mendes, 1980’lerin başına konumlandırdığı dönem öyküsüyle seyirciyi İngiltere’nin pek de aşinası olmadığımız Güney sahillerine, sımsıcak bir gezintiye çıkarıyor. Sanki İngiltere değil de California’dayız; zira mekan olarak tercih ettiği, kapısı ‘kumsala açılan’ devasa Empire sinema kompleksi de köşe başını dönsek Hollywood stüdyoları ile karşılaşacakmışız hissi yaratıyor insanda. Bu anlamda tüm yapım tasarım, görüntü ve sanat yönetimi Mendes’in hikayesi için ihtiyaç duyduğu atmosferi yaratmak adına nefis bir iş çıkartmış. Oscar heykelciğine bu sefer uzanamadı belki ama filmin hali hazırda 2 Akademi Ödüllü görüntü yönetmeni Roger Deakins’ın (ki kazandığı heykelciklerden biri yine Sam Mendes imzalı 1917’ye ait), bu yıl kırmızı halıda 15. kez yürüdüğünü hatırlatmış olalım.

    Peki, renk paleti böylesine sıcak kurgulanmış filmin öyküsünde bizi ne bekliyor? Empire sinema kompleksinin tam orta yerinde duran bir kadın karakterin, müdür yardımcısı Hilary’nin (Olivia Colman) inişli çıkışlı portresi. Orta yaşlarını süren, sağlığını kontrol altında tutmaya çalışan, biraz dalgın, oldukça disiplinli ve işine filmleri seyretmeyecek kadar bağlı (!), hatta şairane ruhuna rağmen yer yer sıkıcı bir yardımcı müdire hanım var karşımızda. Öte yandan Mendes’in şık bir atmosfer sunumuyla önümüze sunduğu tek hikaye bu değil. Seyirci Hilary ile tanışıp tam onu anlamaya çalışırken, bir anda sinema işletmesine taze bir kan, yeni bir personel geliyor: Stephen (Micheal Ward). Empire sinemasında işe başlayan bu siyahi genç ile tekdüze (gibi görünen) müdiremiz Hilary, beklenmedik kadar hızlı ve samimi bir arkadaşlık geliştiriyorlar. Kısa süre içerisinde Stephen’ın sıcak karakteri, samimi arkadaşlığı Hilary’ye iyi geliyor. İyi geliyor gelmesine, Stephen da onun çevresinde olmaktan mutlu ama bu tablonun toz pembe hali pek uzun sürmüyor maalesef…

    Küçk bir not; Empire sinema kompleksinin artık kullanılmayan, terk edilmiş restoran bölümünde, sanat yönetimi ustalıkla kurgulanmış ve fakat öykünün burada geçen detayları tüm bu terk edilmişlik duygusunu ters yüz etmek üzerine özellikle oturtulmuş. Hele ki o terk edilmişlik içerisinden seyirciye sunulan manzara ve sekanslar! Film bu ve buna benzer incelikli detaylarla seyirciyi kendisine bağlamayı başarıyor zaten 115 dakika boyunca…

    Mendes, bazen bu terk edilmişlik duygusunu kullansa da çoğunlukla ışıltısını göstermeyi tercih ettiği sinema salonu atmosferinde, karakterlerinin ilişkisini bir düğümleyip bir çözerken, diğer yandan da dönemin toplumsal olaylarını fona germeyi ihmal etmiyor. Göçmenlere ve özellikle siyahilere karşı yükselen ırkçı şiddet ve bunun dönemin yönetim dinamikleri (Thatcher hükümeti) tarafından pompalanması gibi detaylar bazen incelikle bazen de gözümüze sokularak işleniyor. Bu noktada Micheal Ward'ın performansı hikayenin bu bölümünü daha da seyredilir kılıyor. 2018’de biyografik dönem filmi Sarayın Gözdesi ile En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ına uzanan Olivia Colman ise Hilary’nin bireysel iniş çıkışlarını, Stephen’a duyduğu kıskançlık (ve bazen öfkeyle) karışık ilgiyi perdeye gayet yetkin biçimde yansıtıyor. Yan rollerde de olsa oyunculuklarda Colin Firth ve Toby Jones’un da hakkını teslim etmek gerek.

    Filmografisinin anlatım ustalığını bu yapımda da konuşturan Sam Mendes, duygusallıkla yoğrulmuş iki insanın hikayesini, sinema tarihine birden çok saygı duruşu ile harmanlıyor. Sıcak ve naif hikayeyi bir yükseltip bir yere çakarak, seyirciye şaşırtma hamleleri yapmayı da ihmal etmiyor. Karakter odaklı hikayeleri sevenlerin ve nostaljik sinemalardan vazgeçmek istemeyenlerin şans verebileceği bir yapım Empire of Light. Bize de iç çekerek, giden tüm sinemalarımıza ithafen “ah Emek ah!” demek kalıyor sadece…

    İyi seyirler!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top