Diana Lane... Diana Lane... Diana Lane...
Bazı kadınlar aşık olunsun diye yaratılmıştır tanrı tarafından... Tanrı boş zamanlarını özel olarak bu kadınları yaratmaya ayırmış, tüm hünerini konuşturarak dünyaya armağan etmiştir onları... ve aşık olunan herkes gibi onlar da kusursuz değil, hatta gerçek aşkın yanından bile geçemeyenlere oranla çok daha kusurludurlar.
Yağmur yağarken o fırtınanın altında cebelleşirken halindeki çekiciliğe, adamın sek isteğine karşı koyarken kendi seks isteğine karşı koyamamasındaki tutkulu çelişkiye, tuvalette duvara dayalı şekilde sevişirlerken çıkardığı seslere ve yüzündeki ifadeye, ilk sevişmelerinin ardından metroda tekrar boşalmasına neden olan, hem özellikle hatırlamak için çaba sarfettiği hem de hatırladığında ona acı veren sahnedeki rol yeteneğine hayran olmamak mümkün değil Diana Lane'in... O bu filmdeki kadınlığı, açlığı, tokluğu, sadakati, sadakatsizliği, güzelliği, kusurluluğu, zarafeti, seksiliği birleştirdiği oyunculuğuyla hem Richard Gere'i hem Oliver Martinez'i hem de Adrian Lyne'ı ezip geçmiş hiç acımadan.
Aldattığı halde terkedilmeyen çok erkek vardır, çünkü kadınlar bu konularda biraz da riyakar davranıp, çoğu zaman ekonomik bağımsızlıkları olmadığından dolayı (ki bu yüzden ALiYe koca bir yalandır) birlikte oldukları erkeği terketmezler. Ama aldattığı halde terkedilmeyen kadın yoktur. Çünkü erkekler aşkta kadınla kadar çıkarcı ve hesaolı değillerdir ve hesap yapmaz, acımaz, düşünmez, tereddüt etmezler aldatanı terkederken..
İşte Diana Lane... aldattığı halde terkedilmesi zor kadınlardan biri. Hem Lane olarak, hem filmdeki Connie olarak öyle.
Ama terkedilemese de, yani bir sayfaya ilk satır yazılıp, yeni bir yola çıkıldığında, acaba bir yerde öylece durur... Yine de bir yerde takılır kalırsınız.