Ver bana düşlerimi!
Yazar: Banu Bozdemir41. İstanbul Film Festivali’nde yoğun bir ilgiyle karşılanan ve uluslararası yarışmada Vortex filmiyle Altın Lale ödülünü kazanan Gaspar Noé, son filminde hayata biraz daha farklı bir pencereden bakmayı tercih ediyor. 2002’de Dönüş Yok ile hayatımıza giren ve Climax ile çıtasını yükselten yönetmen, demans ve ölüm üzerine kafa yorduğu filminde bölünmüş ekran tekniği kullanmış. Bir kamerayı da kendisi kullanmış sürekli. Bu yazıyı yazarken öğrendiğim bir detayı burada da paylaşmak isterim: Beyin kanaması geçiren ve pandemide covid atlatan 58 yaşındaki yönetmen her yaşamın kendi tünelinde ilerlediğini anlatmak üzere böyle bir filme soyunmuş. İzleyenler, çılgın yönetmenin dünyasının değiştiğini, renkli neon ışıklarının kafamızı altüst ettiği dünyayı bulamamış olabilirler ama özellikle annenin peşinde dolanan kamera farklı bir dünya kafasına sokuyor bizi ve Noé’nin tarzının aralardan sızdığını, damladığını söyleyebiliriz.
Film neredeyse belgesel havasında, rahat bırakılmış bir oyunculuk tekniğiyle ilerliyor. Ekranın ikiye bölünmesi ise bir teknikten çok duygusal bir içerik barındırıyor. Bu iki yaşam bir daha asla aynı ekranı paylaşamayacak gibisinden bir söylem!
Dairelerinin sevimli ve minik balkonunda (evin şekli de biraz depresif) şarap içip yemek yiyen çiftin güzel bir sahnesi var. "Hayat bir rüya değil mi?" diye soruyor kadın ve erkek "evet rüya içinde rüya" diye karşılık veriyor. Sabah uyandıklarında ekran bölünüyor ve aynı evin içinde birbirine geçmiş ama aynı zamanda kopuk iki yaşamın peşine takılıyoruz. İki buçuk saat boyunca klostrofobik bir zamana sıkışıp kalıyoruz gibi hissetsek de bir yandan da yönetmenin hüneriyle öyle olmadığına dair bir telkin içerisindeyiz. Bunda da kadının sürekli hareket halinde olmasının etkisi olabilir. Adam daha hürmüş gibi görünse de aslında o da kafesin diğer tarafında. Kadının yitip giden, arayan, korkan, anlam veremeyen zihninin ortasında karısını, kendisini ve evi koruma altına almaya çalışıyor. Ama yine de mahrem anlarından taviz vermiyor. Rüyalar ve sinema ile ilgili kitabını yazmak için büyük bir şevk buluyor ve muhtemelen âşık olduğu bir kadına telefon mesajları bırakıyor. Karısına duyduğu şey ise artık merhamet!
Psikiyatrist olan ve artık mesleğini yapmayan kadın ise sürekli ilaçlar yazıyor ve ilaçların ortasında beynini ve bedenini korumaya çalışıyor. Kadının sürekli hareket halinde olması beynin yavaşlayan güdümlerine bir tersinleme içeriyor.
Filmi çok sevdiğim yönetmen Haneke’nin Amour / Aşk filmine de benzetmek mümkün. Orada bedenine sıkışıp kalan bir kadın vardı burada ise beynine sıkışıp kalan bir kadın! Orada kızları Eva gelip bakıcı tutmaları gerektiği konusunda akıl veriyor, burada da oğulları… Ama o iki hayat başkalarının desteğiyle devam edemeyecek kadar iç içedir oysa, bölünmüş bir ekrandan yansısa da…
Aslında sinema alzhemir üzerine filmler çekmeye devam ediyor. Way From Her, Irıs, The Savages, Falling, Still Alice vs… Vortex de bu konuya dikkat çeken filmler arasında yerini almış oldu.
Bölünmüş ekran filme gerçekten farklı bir anlam katmış ve bunun yanında oyuncu kadrosu da enfes. Dario Argento ve Françoise Lebrun müthiş bir uyumla ayrı düşen hayatlara imza atıyorlar. Ve film rüya içindeki rüyadan bir geçiş yaparak kabusla sonlanıyor diyebiliriz ki o da bir rüya algoritması içinde yer alır. Velhasıl Noé; korku, şefkat anılarıyla bezenmiş filminde giden anıların ve hayatların izini sürüyor ve bunu yine de kendine özgü bir tarzla yerine getirmeye çalışıyor diyebiliriz. Yönetmenin önündeki maçlarını merakla bekliyor olacağız elbette!
twitter.com/banubozdemir