İlk filmin gerçek geriliminden çok uzakta...
Yazar: Duygu KocabaylıoğluBird Box Barcelona, 2018 yılında Sandra Bullock’ın başrolde olduğu ve kıyamet sonrası bir ortamda iki küçük çocuğu hayatta tutmaya çalıştığı, yine orijinal bir Netflix yapımı olan Bird Box’ın uzantısı niteliğinde br yapım. Bir devam filmi değil de ondan çıkmış bir spin-off gibi; hadi adını tam koyalım Netflix’in İspanyolca konuşulan ülkeler piyasası özelinde sipariş verdiği bir yapım diyelim. Ya da Josh Malerman'ın 2014’te okuyucusuyla buluşan aynı adlı romanının Barselona versiyonu diyelim.
Beslendiği orijinal Bird Box hikayesinde olduğu gibi Bird Box Barcelona’da da gizemli bir güç insanların görme yetilerine nüfuz ederek onları neredeyse birkaç saniye içerisinde etkiliyor ve herhangi bir yolla insanların intihar etmelerine sebep oluyor; üstelik şehir merkezindeyseniz bunlar toplu intiharlar olarak gerçekleşiyor. Bu manada ilk film daha pastoral bir ortamda geçerken, Barselona gibi bir dünya metropolünde topluca delirmenin ve intiharın yarattığı ‘görsel şölen’ elbette çok farklı oluyor. Bu sahnelerde ister istemez aklımıza “Benzer bir durum İstanbul’da olsa neler izlerdik?” sorusu da geliyor. Olası devam filmlerinin olası yerli senaristleri herhalde şimdiden bizim şehrimizde, boğazdan geçen köprüleri işin içine katarlar…
Bird Box Barcelona filmine dönecek olursak, bir post apokaliptik gerilim senaryosunun tüm dinamiklerini neredeyse ezbere kurgulayan yapımda, bu kıyamet alametine bir şekilde immun olan bir baş karakter -ki sonrasında neredeyse sırf bu yüzden seçilmiş kişi olduğunu da varsayıyor- ve bu karakterin korumaya çalıştığı kızı ile olan baba - kız ilişkisi ana ekseni oluşturuyor. Bu ikilinin karşısında kıyamet devam ederken kendini survivor moduna alıp hayatta kalmayı başarmış insanlar ve komünler mevcut; bir şekilde onların da ‘doğru’ yolu bulması gerekiyor. Tam da bu noktada Bird Box Barcelona’nın senaristleri müthiş dini referanslarla filmi adeta kuşatıyorlar. İspanyol Katolizminin Avrupa’daki hala güçlü birkaç dini kaleden biri olduğunu göz önüne alırsak, bu tutum pek de şaşırtıcı değil. Filmin bu noktadan sonrası baş karakterimizin kendisine tutturduğu ve çoban olduğunu sandığı yolda, yaşadığı aydınlanma ve gözlerini gerçekten açışıyla finale doğru evriliyor.
Tüm bu akış içerisinde İspanyol televizyon yapımlarının sevilen ismi Mario Casas’ı Sebastián karakteri ile başrole taşıyan yapım, yardımcı rollerde Alejandra Howard (Anna) ve Georgina Campbell (Claire)’den medet umsa da maalesef filmin çıtasını yükseltecek yeterli performans bu oyuncuların çabalarıyla da mümkün olmuyor. Teknik anlamda görsel efektlerin yanı sıra ses kurgusuna ve efektlerine de fazlasıyla yüklenen yapım, teknik kalitesini maalesef burda daha fazla telafuz etmek istemeyeceğimiz mantık hatalarına kurban ediyor. Post apokaliptik bir hikayeden ziyade baba - kız ilişkisine odaklanmayı seçen senaryosu ile gerilimi yüksek tutmaya çalışan yapı, ilk filmdeki gizem vurgusunu da sonuna kadar sömürerek seyirciyi birtakım mantık hataları ile baş başa bırakıyor.
Bird Box Barcelona ilk filmi beğenen ve sevenler için izlenebilir bir yapım olmakla birlikte finale doğru izleyiciye tatmin edici bir sonuç vermek yerine gelecek devam filmlerine kapı aralamayı yeğliyor. Nihayetinde Bird Box Barcelona, beslendiği ve tekrar ettiği orjinal fikre maksimum düzeyde bir “chosen one” ve bunu ekseninde gelişen bir baba - kız ilişkisi ya da ‘yası’ vaat eden bir film. Sorularınıza cevap vermek yerine, gelecek devam filmlerine kapı aralayan bu İspanyol gerilimini, hafta sonu fazla zamanınız varsa izleyebilirsiniz.