Gereksiz yere uzatılmış senaryosunu da, Stephen Oliver ile birlikte kaleme alan Gary Shore'un yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu "Haunting of the Queen Mary"; adından da anlaşıldığı üzre, "hayaletli ev (haunted house)" konseptinde kurgulanılmış bir "slasher" olarak olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz, bir üçlemenin ilki olarak lanse edilmesine karşın; kapalı tek mekanda yaratılan boğucu atmosferi kadar sıkıcı yapısı ve izleyicinin konuya odaklanmasına izin vermeyen işleniş tarzı dikkatimizden kaçmayan...
Ve o yüzden de...
En azından bu teknik ekiple...
Devamının çekilemeyeceğini tasavvur ettiğimiz bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Film...
Kaptan John Treasure Jones'un, gemisi “The Queen Mary”e ilişkin olarak yaptığı...
"Karakteri vardı, kişiliği vardı ama her şeyden önce o; benim komuta ettiğim bir canlıya en yakın şeydi... Nefes bile alıyordu..."
Şeklindeki...
Son derece absürt tanımlamasıyla başlar...
***
1938 yılında...
Güneşin tamamen batmakta olduğu saatlerde...
Motorlarından birinin arıza yaptığı söylentisi yayılmış olan The Queen Mary'nin güvertesinde koşuşturan çocuklar, kendi aralarında oyunlar oynarlarken...
Mürettebattan kimileri de yolculara, can yelekleri dağıtarak...
Herkesi üst güvertede toplamaya çalışıyor olsalar da...
***
Arıza söylentilerinin aksine...
Aslında gemide...
Birbirinden kanlı cinayetler işlenmektedir...
***
O korkunç akşamın erken saatlerine dönüldüğündeyse...
Kendilerini Bay ve Bayan William Howe...
Sekiz yaşındaki kızları Jackie Ratch'i de (Florrie Wilkinson) yeğenleri Cassandra olarak tanıtan David (Wil Coban) ve Gwen Ratch'in (Nell Hudson) niyetleri...
Gerçek Bay Howe (Alan Booty) ile karısının nam ve hesaplarına...
Geminin Büyük Balo Salonu'nda düzenlenen...
Cadılar Bayramı organizasyonunun tadını çıkartmaktır...
***
Derken...
Yapılan ani bir atlamayla...
Tarihte ilerleyip günümüze gelindiğinde...
Anne Calder (Alice Eve) ile oğlu Lukas Calder (Lenny Rush)...
Yapımına 1929 yılında başlanan...
Ve şimdilerde de...
Long Beach, Kaliforniya'da betona sabitlenerek turizmin hizmetine sokulan The Queen Mary'i görmeye gitmektedirler...
***
Ki...
Sekiz yaşındaki Lukas'ın babası ve Anne'in eski kocası Patrick Calder'da (Joel Fry)...
Kendilerini orada beklemekte...
***
Ve...
Zaten vardıklarında da...
Gemiyle alakalı hayalet öyküleri yazmak ve internette sanal tur düzenleme düşüncesindeki Anne...
Kendi işleriyle ilgilenip...
Projelerinden söz edip desteğini talep edeceği...
***
Vakti zamanında...
Winston Churchill, Bob Hope, Alfred Hitchcock gibi ünlülere de ev sahipliği yapan...
Geminin yetkililerinden Charles Bittner (Dorian Lough) ile buluşup sohbet ederken...
Lukas ile Patrick'de...
Bir tur rehberinin (Chase Drews) nezaret ettiği turist kafilesiyle (Tim Miller, Daniel Eghan, Ricky Bevins) beraber gemiyi gezeceklerdir...
***
Evet...
Kendiliğinden gelişen plan...
Bu olsa da...
Görünürdeki masum gemi turu...
Farkında olmadan kafileden ayrılan Lukas...
***
Ardından da...
Projeleri Bittner'in ilgisine mazhar olarak...
Gemiye yatılı olarak davet edilen Anne ile Patrick açısından...
Ziyadesiyle zorlu geçecek gibi durmaktadır...
***
Zira birazdan...
İlk önce...
Geminin gizli dehlizlerinde Lukas...
Fotoğrafını da çekeceği...
Halen sekiz yaşında olduğunu söyleyecek olan Jackie ve babası David ile de karşılaşacaktır...
***
Bu arada yeri gelmişken...
Hikayenin...
Calderlerin olduğu günümüz ile Kaptan Caradine (Jim Piddock) ile ikinci kaptan Gibson'ın (Tim Downie) yönetimindeki geminin...
1938 yılındaki o kanlı gecesi arasında...
Gidip gidip gelmekte...
***
Ve hatta kimi sahnelerde...
Ciddi paralelliklerin de kurulduğunu belirtip...
"Spoiler" vermek suretiyle filmi henüz izlememiş olanların ağızlarının tadını kaçırmak istemediğimiz için anlatımımızı burada noktalayalım...
Dakika 35...
***
Türün katıksız hayranlarını değil de, fazladan iki saati bulunan korku meraklılarını hedefleyen bu filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; çok da büyük bir beklentiye girmeksizin seyretmelerini önerebileceğimiz, 90 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,