Soğukkanlı bi katilin portresi, mi?
Yazar: Duygu KocabaylıoğluAksiyon ve suç gerilimlerinin nev-i şahsına münhasır sinemacılarından olan David Fincher, tabiri caizse dijitale, hadi adını doğru koyalım sektör devi “Netflix” için üretmeye devam ediyor.
House of Cards ile başladığı bu yolculuğu, Mindhunter, Mank ve Love, Death & Robots dizisi ile sürdüren Fincher, şimdi de iddialı suç aksiyonu The Killer ile seyircileri selamlıyor. Tıpkı Mank’ta olduğu gibi Ekim ayında sınırlı bir sinema gösterimi sonrası Netflix platformunda yayında giren The Killer’ın en büyük numarası ve kozu şüphesiz ki başrol Michael Fassbender’ın da kendisi.
Mesleğinin ehli olmakla ‘içten içe’ övünen profesyonel bir suikastçinin aldığı son iş ile açılışını yapan film, ana anlatıcı olarak da bu soğukkanlı kahramanı karşımıza dikiyor. Onlarca belki de yüzlerce farklı kimliği ama tek bir kişiliği olan bu katil, her gün 1 milyondan fazla insanın öyle ya da böyle hayatını kaybettiği bu ölümlü dünyada, yaptığı işten zerrece pişmanlık duymayan, sorgulamayan, asla empati kurmayan tavrı ile zaten daha ilk 10 dakikada nasıl bir anti-protagonist olduğunu karşımıza koyuyor.
Öyküsü hakkında daha fazla ne söylesek spoiler’a girecek The Killer’da gözü kara katilimizin bam teline basılınca, neredeyse 2 saat boyunca temponun hiç düşmediği bir insan avının da ortasına çekiliyoruz. Aslında bu denge, yönetmen Fincher olunca oldukça başarılı kurulmuş diyebiliriz. Zira suikastçi katilimizin kendisiyle ve bizden başkasıyla konuştuğunu nadiren duyuyoruz; bu anlatı tekniği yer yer filmin akışını yavaşlatsa da, ekranda seyrettiğimiz aksiyon hemen peşi sıra gelip, katilin iç dünyası ile ağırlaşan duyguyu bertaraf ediyor. Öyle ki bazen ağzından çıkan cümlelerin aksiyon ile yarım kaldığına dahi şahit oluyoruz. Yani Fincher dramatik açıdan yapmak istediğini yine yapıyor ama seyircinin yorulduğunu fark ettiği an aksiyon dozunu enjekte etmekten de geri durmuyor.
Fincher'ın anti-kahramanları sevdiğini hepimiz biliyoruz ama çarpıcı sinema dilini oluşturduğu 90’ların ikinci yarısında ve 2000’lerde yarattığı ya da uyarladığı efsane karakterlere nasıl alt metinler, ayakları yere basan düzlemler kurguladığını da anımsıyoruz ister istemez. The Killer, açıkça başarılı bir prodüksiyon ama bu bağlamda baktığımızda, elimizde sadece ‘kontrolden çıkan mükemmeliyetçi bir soğukkanlı katilin kendi intikam hikayesi’ kalıyor. Ne Dövüş Kulübü’nün pek tabii orijinal metinden kaynaklanan muazzam sosyolojik analiz kırıntısı var, ne de -Tilda Swinton’ın varlığını saymazsak- The Game’in sürprizlere açık kurgusu. Bunlar çok eskide kalan örnekler mi? Ejderha Dövmeli Kız’ın soğuk yenen intikamı bile daha çarpıcıydı açıkçası. Öte yandan The Killer’ın senaryosunun, bir başka efsane Se7en filminin de senaristi olan Andrew Kevin Walker tarafından kaleme alındığını dipnot olarak düşelim; nereden nereye…
Senaryo yapısına getirdiğimiz tüm bu eleştiri noktalarının yanı sıra, filmi tek başına sırtlayan ismin Michael Fassbender olduğunun bir kez daha altını çizelim. Şimdiye kadar 12 Yıllık Esaret ve Steve Jobs filmlerindeki yetkin performansları ile 2 kez Oscar’a aday gösterilen Fassbender, The Killer’da kendisinden beklenenin çok üstünde bir iş çıkarıyor, bizim nezdimizde. Tam bir suç aksiyonu karakteri olarak, ‘plana uyuyor’, doğaçlamadan ve seyirciyle empatiden kaçınarak, anti-kahramanının tüm keskinliğini perdeye ya da ekrana yansıtmaktan geri kalmıyor. Öte yandan Fassbender’ın yanı sıra A plus oyuncu olarak seyrettiğimiz Tilda Swinton’ın tadımlık görünmesine de isyan ediyoruz. Evet Swinton, kendi kalibresine göre ortalama sularda gezen ‘Uzman’ karakterini yine son ana kadar zevkle sunmayı başarıyor; ama bize yetti mi? Tartışılır…
Yapım kalitesi olarak zaten belli bir çıtanın üstüne çoktan oturmuş olan ve işin o kısmını hiç sorgulamadığımız The Killer’ın dikkatli seyirciyi çekecek bir son noktası da müzikleri. Oscarlı müzisyenler Trent Reznor ve Atticus Ross tarafından kotarılan orijinal müzikler, seyircinin bu epizodik filmin içinde kalmasına da koltuk değneği oluyor.
Uzun lafın kısası, Netflix & Fincher iş birliğinin taze ürünü olan The Killer, 10 Kasım’dan itibaren platformun Türkiye kullanıcılarının da erişimine açılmış biçimde, evinizin salonunda seyircisini bekliyor. Dijitaldeki ‘orijinal bir iş’ olarak bakarsanız fabrikasyon Netflix çıtasının fersah fersah üstünde ama hasretini çektiğimiz gerçek David Fincher’a da mesafeli bir film The Killer. Yine de hafta sonu eğlencesi olarak dolu dolu bir 2 saat geçirmeniz garanti.
İyi seyirler!