Spider Man
Yazar: Orkan ŞancıSam Raimi'nin varlığı nedeniyle endişeli bir biçimde beklediğim "Spider-Man" vizyona bomba gibi girdi. ABD'de ilk gün, ilk hafta sonu ve ilk hafta hasılat rekorlarını kırdı. Film, yapımcılarını sevindirdiği kadar ABD'li birçok Örümcek Adam hayranının da beğenisini kazanmış görünüyor.
Ancak yıllarca Örümcek Adam okumuş biri olarak söylemek zorundayım ki Sam Raimi, endişelerimi haklı çıkardı. Her ne kadar karakterlerin işlenişi açısından derli toplu olsa da Spider-Man, yönetmenin özellikle aksiyon sahnelerindeki yetersizliği, aceleye gelmiş görsel efektleri, akılda kalmayan orijinal müziği ve başarısız soundtrack kullanımı gibi nedenlerle, ikinci bir Batman fenomeni yaratmaktan çok uzakta. Oysa yaratmak zorundaydı! Avrupa ve Asya'da çoğu kişinin çizgi romanından haberi bile olmadığı Batman, Tim Burton'ın sinema dili sayesinde kitlesel bir hayranlık uyandırmıştı. Raimi'nin beyazperde uyarlaması ise, hazırda milyonlarca seveni olmasına rağmen potansiyelini değerlendirememiş gibi görünüyor.
Okuyanların iyi bildiği gibi, Peter Parker, ders dışında pek dikiş tutturamayan, gizlice sevdiği Mary Jane'e aşkını itiraf etmeye çekinen, kendine güvensiz bir tip. Dolayısıyla istikrarsız bakışlı Tobey Maguire, bu rol için biçilmiş kaftan. Onu stüdyoya kabul ettirmek için ısrar eden Raimi'nin hakkını burada yemeyelim. Bazılarının minimalist diye tanımlayarak bence görmezden geldiği yetersiz oyunculuğuna karşın Maguire, iyi iş çıkarmış. Masum bakışları ve aydınlık yüzü, sinema salonunu dolduran izleyicinin kafasında hazır olan Peter Parker portresi ile örtüşüyor. Dahası Maguire, Peter'ın özellikle sevimli yanını başarıyla ortaya çıkartarak filmin hemen başlarında seyircinin sevgisini kazanıyor. "James Dean" adlı TV filminde efsane oyuncuyu canlandırarak Altın Küre kazanan James Franco, Peter Parker rolünü alsa bu etkiyi yaratamazdı.(Başrol için başvuran Franco, Parker'ın yakın arkadaşı Harry Osborn rolüyle yetinmek zorunda kalmış).
Ancak Mary Jane rolü için Kirsten Dunst'ın doğru tercih olduğundan şüpheliyim. 20 yaşındaki oyuncu, kendi yaşındaki birini oynayabilmek için fazla olgun hatlara sahip. Böyle olunca Dunst, 28 yaşındaki Maguire'ın yanında ablası gibi duruyor. İkisi arasında, çizgi romandaki kimyadan eser yok.
Ö.A. maceralarının belki de en zayıf yönü, karizmadan uzak Yeşil Cin, Doktor Ahtapot gibi kötü adamlarıdır. "Yapay zeka"sı çok kötü olan bu karakterler, genelde hep aynı şekilde hareket ederler: Ö.A'dan sıkı bir dayak yiyip "yine görüşeceğiz" diyerek kaçarlar. Tabii o kötü kahkahayı atmayı da ihmal etmezler. Yeşil Cin rolünde Hollywood'un kadrolu kötü adamı Willem Dafoe var. Dafoe, yıllardır hep kötü adamı oynamasına karşın bir kez daha inandırıcı. Özellikle, ayna kullanılarak çekilen sahnede, kişiliğinin çift yanını ortaya çıkarmadaki perfonmansı dikkatten kaçmamalı. Kaldı ki Raimi, bu tip sahneleri iyi çeken bir yönetmen. Ani kesmelerle seyirciyi koltuğundan zıplatma ustası olan Raimi, Yeşil Cin'in May Hala'yı ziyaret ettiği o ilginç sahnede ise, gerilimin dozunu böyle bir film için biraz kaçırmış gibi sanki.
"Bir aksiyonu iyi yapan kötü adamıdır" deyişi her ne kadar doğru olsa da; arada Ö.A. maceraları gibi istisnalar da çıkabiliyor. Spidey'in bu kadar tutmasının asıl nedeni kötü adamlarla yaptığı dövüşlerden çok, iki kimlikli olmanın yarattığı kah trajedik, kah trajikomik durumlar. Spidey, birçok maceranın gecesinde yastığa başını koyarken yaptıklarını sorgulayan, baloncuklarla yaratılan iç sesiyle psikolojisine tanık olduğumuz, bizim gibi "normal" bir insan aslında.
Filmde ihmal edilen noktalardan biri de Yeşil Cin'in "daha az çirkin hali" Norman Osborn ile Peter Parker arasındaki "baba-oğul" iması. Bilimadamı olan Norman, Peter'ın hayalindeki baba figürüyle örtüşmesine karşın senarist David Koepp, ikisi arasındaki duygusal yakınlaşmaya mesafeli davranmayı tercih etmiş. Oysa Peter'ın kötü adam ile bu tür bir bağ kurmasının ilginç açılımları olabilirdi.
Raimi ile işimiz daha bitmedi. Tim Burton'ın ilk iki Batman filminde, renkler üzerindeki hakimiyetiyle yarattığı çizgi roman estetiğini hatırlayalım. Ya da Wachowski biraderlerin Matrix'te yarattığı "anime" estetiğini.. Oysa Raimi herhangi bir filtre kullanmaya tenezzül bile etmemiş. Sadece Yeşil Cin'in balkondaki insanlara saldırıya geçtiği sahnede renk kullanımı var, ama o da fazla "plastik" olmuş. Parker'ın amcasının serseri tarafından vurulduğu ve etrafında insanların toplandığı sahne de çok kötü. Raimi bu sahneyi öylesine baştan savma çekmiş ki, cinayetin nerede işlendiğinden Parker'ın olay yerine gelişine kadar çok ciddi geometrik sorunlar var. Raimi filmde ilginç bir tercihte bulunarak, çizgi romandakinin aksine Örümcek Adam'ın, ağını vücudundan çıkarmasını istemiş. Peki, hiçbir tarafı açıkta bırakmayan kostümüne rağmen Spidey'in, hala nasıl kollarından ağ fırlatabildiğini sormazlar mı adama?
Herşeye karşın, çok daha kötü çizgi roman uyarlamaları(Judge Dredd/1995)izlediğimizi hesaba katarak, serinin 2004'te girecek ikinci filmine umutlu bakmak istiyorum. Çünkü karakterler artık yerine oturmuş olacak ve Parker'ın patronu J. Jonah Jameson karakterini daha fazla izleme şansı bulacağız!
Dünyanın en pahalı senaryo yazarı David Koepp (Carlito's Way, Snake Eyes,Panic Room)'in filmin mesajı olarak altını ısrarla çizdiği "Büyük güç, beraberinde büyük sorumluluk getirir" sözüne gelince. Bunu, ABD yönetiminin 100 yıldır dünya genelinde sürdürdüğü jandarma politikalarını/ kabadayılığını aklama savı olarak okumak gayet mümkün. Ama bu fantastik filmi madem sadece iyi yanlarıyla hatırlamak istiyoruz, ikincisine de umutla bakıyoruz, o zaman bu kadar "küçük" bir ayrıntıyı önemsemesek de olur, öyle değil mi?