Senaryosunu, Alasdair Gray'in aynı isimli romanından uyarlayarak Tony McNamara'nın kaleme aldığı ve yönetmen koltuğunda da...
Filmografisindeki...
"Kynodontas / Dogtooth" (2009), "The Lobster" (2015) ve "The Killing of a Sacred Deer" (2017) gibi altyapıları güçlü işlerden de tanıdığımız Yunanlı sinemacı Yorgos Lanthimos'un oturmakta olduğu "Poor Things"; "kara mizah (dark comedy)" tarzda kurgulanılmış...
İnsanları, bilhassa da kadınları...
Belirli kalıplar içerisinde davranmaya zorlayarak "robotik" maskaralara dönüştüren, hakim nitelikteki toplumsal ve ahlaki kuralların ustalıkla sorgulanıldığı...
Destansı bir "dramedy (drama comedy)" olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz...
Üstelik ilk çeyreği de neredeyse tamamlanmakta olan 21. yüzyıldaki Ortadoğu ve Anadolu coğrafyalarındaki, ezik birer "zavallıya" dönüştürdüğü kadın ile kadın erkek ilişkilerine baskın bakış açısını hiç de aratmayan; (romanda İskoçya, filmde de İngiltere'deki) 19. yüzyıl Victorian dönemi yaşam tarzının, kıyasıya eleştirildiği 11 kategorideki Academy Ödülü'ne aday gösterilirken...
5 BAFTA ve 2 Golden Globe Ödülü'nü kazanıp...
Venedik Film Festivali'nde...
Ani ve haklı bir manevrayla...
Luc Besson'un "Dogman"i, Pablo Larraín'in "El conde"si, Agnieszka Holland'ın "Green Border"ı, Bradley Cooper'ın "Maestro"su, Michel Franco'nun "Memory"si ve David Fincher'ın "The Killer"ının önüne geçerek...
"Altın Aslan" Ödülü'nü kucaklamış olan İngiliz yapımı bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Film...
Londra'daki Thames Nehri üzerindeki bir köprüden atlayarak intihar eden, adının Victoria Blessington olduğunu sonradan öğreneceğimiz...
Hamile bir kadının görüntüleriyle başlar...
***
Derken...
Başında oturmakta olduğu piyanonun tuşlarına...
Rastgele dokunarak...
Aslında sadece gürültü yapmakta olan Bella Baxter (Emma Stone)...
Ve...
Suratındaki deformasyonun dikkatlerden kaçmasının asla mümkün olmadığı evin...
Gerçekte...
İçinde büyükçe bir ameliyathaneyi de ihtiva eden malikanenin sahibi olan Dr. Godwin Baxter (Willem Dafoe) ile de müşerref oluruz...
***
Ki...
Elleriyle yemek yiyen Bella bu çocuksu tavrını...
Evdeki yardımcı kadın Bayan Prim'in (Vicki Pepperdine) yemek servisi yapmakta olduğu masada...
Üzerine vurduğu çatal ve kaşık ile de sürdürmektedir...
***
Bu arada...
Oldukça sıra dışı fikirlere sahip bir cerrah ve Londra'daki bir üniversitede hoca da olan Dr. Baxter...
Oditoryumda dersini dinleyen iki burjuva öğrencinin (Jack Barton, Charlie Hiscock) fikirsel hışmına uğrayan Max McCandles'ı (Ramy Youssef) kendine...
Asistan olarak alıp evine getirir...
***
Vardıklarında kendilerini...
Tabakları yere atıp kırarak eğlenmekte ve görür görmez de...
Sanki üç dört yaşlarındaymışçasına Dr. Baxter'ın kucağına zıplayacak olan Bella karşılar...
***
Bella'nın bu...
Bebeklik yaşındaki çocuklarınkini anımsatan zeka yapısı Max'in ilgisini çektiğinde de...
Dr. Baxter durumu...
Gerçekleri saklayıp yalan söyleyerek...
"Beyin hasarı geçirdi... Tedavi ettim... Zihinsel yaşıyla biyolojik yaşı henüz eşleşmedi... Lisan yavaş yavaş oturuyor... Hızla ilerleme kaydediyor..." biçiminde açıkladığında...
***
Bunu...
"Muazzam bir şey..." olarak karşılayan Max'e...
"Gelişmesi titiz bir şekilde kayıt altına alınmalı... Benim için yapar mısın?" sorusunu yöneltir...
***
Ve beklediği...
"Şeref duyarım..." yanıtını da alır...
***
Bu arada...
Yarısı ördek yarısı kuzu, yarısı köpek yarısı domuz türündeki melez hayvanların...
Bella ile beraber başıboş olarak malikanenin içinde ve bahçesinde koşturmaları da dikkatlerden kaçmazken...
***
Dr. Baxter'ın...
Geçmişini merak ederek kendisine "Tanrı" diye hitap edip sualler soran Bella'ya da...
Aynen Max'e yaptığına benzer yalanları sıraladığını fark ediyoruz...
Özellikle de...
Yakından tanıdığını belirttiği ve Güney Amerika'daki bir toprak kaymasında öldüklerini iddia ettiği ebeveynleri hakkında...
***
Çok geçmez Dr. Baxter...
Olan bitenden iyice huylanmakta olan Max'e...
Bella'ya dair, Bella'nın da haberdar olmadığı...
Aşağıdaki itirafı, çok daha fazla geciktiremez...
"Yeni ölmüş, yaşamın kıyısındaki bir ceset elimize nadiren geçer... Henüz sertleşmemişti... Teni daha yeni soğuyordu... Nabzı yoktu... Ama biraz elektrik vardı, onu hayat da tutabilirdim...
Terk ettiği hayattan öyle nefret ediyordu ki, yaşamına son vermeyi tercih etmişti... Tek bildiğim buydu...
Özenle seçtiği boş sonsuzluktan çıkarılarak, personel ve ekipman eksikliği çeken tımarhanelere, ıslahevlerine veya cezaevlerine zorla tıkılsa ne hissederdi? Zira intihar, bu Hristiyan ülkede delilik veya suç olarak görülüyor... Onun kaderini belirlemek bana düşmezdi...
Fakat fark ettiğim bir şey oldu... Araştırmalarım beni, bu noktaya getirmişti...
Kader bana bir ceset ve canlı bir bebek vermişti...
Yapılması gereken belliydi...
Bebeğin beynini çıkarıp kadının kafasına koyacak ve onu diriltip izleyecektim..."
***
Yani Bella gerçekte...
Filmin en başında intihar eden hamile Victoria Blessington'dan başkası değildir...
***
Neyse...
Zihinsel gelişimini hızla sürdürmekte olan Bella...
Cinsiyetinin de farkına varıp...
Artık...
Meyve ve sebze ile mastürbasyon yapmanın tadını da çıkarmakta...
***
Ardından da...
Babası tarafından hadım edilmiş olan Dr. Baxter Max'e...
Yanında yaşamaları koşuluyla...
Bella ile evlenmesini önermekte...
***
Ve bunun için de...
Londra'daki bir evde...
Dr. Baxter ile Max'in arasına sıkışıp kalmış olan Bella'yı alıp dışarıya çıkartarak...
Özgürlüğüne kavuşturacak...
Duncan Wedderburn (Mark Ruffalo) adındaki, çapkınlıklarıyla ünlü hercai bir avukata...
Bir evlilik sözleşmesi hazırlattıracak...
***
Sonrasında da...
Dr. Baxter'ın hoş görüsü ve Max'in ayak diremesine rağmen Bella, Duncan ile birlikte Portekiz'e doğru yola koyuluverecektir...
Dakika 41...
***
Şu ana kadar "siyah-beyaz" olarak izlediğimiz filmin, Bella'nın İskenderiye'nin sefalet yuvalarından Paris'in genelevlerine kadar sürecek olan yolculuğunun "rengarenk" görüntülerle gözler önüne serileceği filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; varlıklarıyla filme...
Hanna Schygulla, Margaret Qualley ve Christopher Abbott gibi oyuncuların da renk katacakları, 100 dakikalık muhteşem bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,