FRANSIZ SİNEMASININ KİLOMETRE TAŞI OLAN BİR BAŞYAPIT 10/ 10
Jean-Luc Godard'ın ilk uzun metrajlı filmi olan Serseri Aşıklar aynı zamanda Fransız yeni dalga akımını başlatan ilk film olma özelliğinide taşır.Sinemada belli başlı kurallar olmadan da güzel şeyler yapılabileceğini ortaya koymuştur. Filmde bir bütünlük yoktur. Bir bütünlük vardır fakat alışılagelen türde sahnelerin birbirini takip ettiği türde bir bütünlük değildir. Ayrı ayrı sahnelerde anlatmak istediğini anlatır. Başındaki şapkası ve ağzından düşürmediği sigarasıyla Belmondo, Bogartvari görünür ki, bu da Godard'ın çökmüş Amerikan sinemasına saygı duruşudur. Aynı zamanda filmin başrol oyuncuları olan Jean Paul Belmondo ve Jean Seberg, bu filmle dönemin gazetelerinin de etkisiyle 20 li yaşlardaki performanslarıyla zirveye taşınmışlardır. Jean Paul Belmondo, çaldığı arabayla Paris’e giderken kendisini takip eden polisi vurup öldürür, Paris’e geldiğinde ise ilk iş olarak bir arkadaşına uğrayıp çaktırmadan biraz para çalar. Bu olaylardan da zerre pişmanlık duymaz, bunlar onun özgür tercihidir; varoluşçuluğun izleri Belmondo ve tüm karakterlerde kendini gösterir. Belmondo daha sonra Amerikan kızı Jean Seberg ile tanışır ve aralarında ne olduğu pek de anlaşılamayan bir ilişki başlar. Seberg’i kendisiyle yaşamak için ikna etmeye çalışır ama Seberg’in motivasyonları ve arzularını anlamak imkansızdır. Belmondo’nun Seberg’e duyduğu nefretle karışık aşk, Fransa’nın Amerika hakkında hissettiklerine paraleldir. Filmin ortasında, iki karakter arasında bir otel odasında hemen hemen 20 dakikalık bir konuşma geçer; ama bu her saniyesi planlanmış bir konuşma değildir, hatta çoğu o anda oluşmuştur. Karakterler sanattan, politikadan, spordan, seksten konuşur; birbirlerinin lafına girerler, 20 dakikanın sonunda yeni hiçbir şey öğrenmemişizdir. Kamera film boyunca o kadar çok hareket eder ve karakterlerin peşinden öylesine koşturur ki gözlerimiz yorulur filmin sonunda; örneğin karakterleri takip etmek için kameraman tekerlekli sandalyeye oturtulmuş ve oradan oraya itilmiştir. Filmde görülen başka bir yeni dalga özelliği ise eski filmlere sık sık çıkarılan şapkalardır; ucuz gangster filmlerine yapılan göndermeler, kara filmlerdeki gibi işlerin sarpa sarması ve hatta açık bir şekilde Belmondo’nun Humphrey Bogart’a benzetilmesi. Film boyunca, seyirci hiçbir şekilde bir sonraki sahnede ne olacağını tahmin edemez, bir anda alakasız bir yazarın basın mensuplarına verdiği bir demeç çıkar ekrana, siz bu konuşmanın filmle bağlantısını anlamaya çalışırken daha bir sürü garip hadise kafanızı karıştırmıştır bile. Filmin son sahnesi ise hiç beklenmedik bir anda gelir, Seberg’in bugüne dek hiç kimsenin tatmin edici bir şekilde cevaplayamadığı bir sorusuyla biter. Biraz alakasız olacak ama bu filmde Seberg’in söylediği “Uyumak üzücüdür, insanları birbirinden ayırır. Beraber uyusanız bile uyurken tamamen yalnızsınızdır” sözü benim favori repliklerim arasına katılmıştır, filmi izledikten sonra.Filmle ilgilide ilginç bir ayrıntıya girmek istiyorum film için yönetmen Godard aynen şunları söylemiş.Filmi izlerken konuya odaklanmayın sadece izleyin ve film bittiğinde aklınızda kalan herşey size keyif verecek ve güzel anılar olarak kalacaktır.Filmle ilgili bir anektod ise, hepimizin çok iyi bildiği Teoman’ın Papatya şarkısıdır. Sözlerinde; ‘Hani çok sevdiğin o filmi gördükten sonra, kısacık kestirip saçlarını içtin ilk sigaranı, o papatya’ dediği, şarkıda bahsettiği film yine bu filmdir.Eğer günümüzde genç bir yönetmen sinema alanındaki katı kurallara, Hollywood sinemasının kar amaçlılığına ve tabulaşmaya karşı duruyorsa, kendisini her zaman yeni dalga akımı içinde bulacaktır.Sinema bir sanattır ve sanat olarak kabul edilmesini Fransız yeni dalga akımına borçludur. Bugün yeni dalganın sinemaya en büyük mirası, sinemaya hak ettiği değeri kazandırmış olmasıdır.Kısacası, “A bout de Souffle”u izlemeyip sinema tarihini iyi bildiğini iddia etmek, sinemaya haksızlık olur başyapıtın en gösterişli hali var karşımızda.! 10 / 9.5