Senaryosunu da kaleme alan Joanna Hogg'un, yönetmen koltuğunda da oturmakta olduğu “The Eternal Daughter”; bir anne ile kızı arasındaki, pişmanlıklar da içeren son bir yüzleşmelerinin gözler önüne serildiği, gerilim dozu da yüksek bir drama olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz...
İngiliz sinemacı Hogg'un kendisiyle beraber, ekibindeki görüntü yönetmeni Ed Rutherford ve post prodüksiyon masasındaki editör Helle le Fevre'nin; Galler'in Moel Famau bölgesindeki, gotik bir atmosfere de sahip olan bir otel içerisinde, sanki bir korku filmi çekiyormuşçusuna kurguladıkları ve bugüne kadar da, "Michael Clayton"daki (2007) performansıyla sadece 1 Academy ve 1 BAFTA ödülüyle yetinmek zorunda kalan Tilda Swinton'ın da, her zamanki gibi yıldızlaşmasını sürdürdüğü bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Orta yaşlı bir film yapımcısı olan Julie Hart (Tilda Swinton), yolda sürücüsüyle (August Joshi) sohbet de ettiği bir taksiyle; yaşlı annesi Rosalind Hart (Tilda Swinton) ile annesinin köpeği Louis'i (Louis), tenha ve görünüşte de boş bir otele götürür...
Hem de her tarafı, koyu bir sisin kaplamış olduğu; gecenin geç ve soğuk bir saatinde...
Böylelikle de Julie, annesinin doğum gününe de denk düşürdüğü bu tatilde; annesi ile kendisi hakkındaki, film senaryosunu da yazacaktır...
Ancak Wi-Fi sinyallerine, sadece en üst kattaki kısımlarda ulaşılabilen Moel Famau Hall isimli bu otelde; resepsiyondaki genç kadının (Carly-Sophia Davies) gerçekleştirdiği kontrollerde, bir kaç ay önce yaptırdığı ve bir hafta önce de tekrar arayarak teyit ettirdiği rezervasyonun, istenen şekilde yapılmadığı ortaya çıkar...
Neyse ki...
Resepsiyondaki kadın anlayışlı davranarak, zemin kattaki odanın yerine; bir geceliğine de olsa, birinci kattaki boş odalardan birini ayarlar kendilerine...
***
Odalarına yerleşir yerleşmez de Julie...
Resepsiyondaki genç kadının, erkek arkadaşının (Alfie Sankey-Green) otomobiline binerek otelden uzaklaştığını da, otelin ana pencerelerinden birinden izledikten sonra; Louis'i yürüyüşe çıkartır...
Yeniden odaya döndüğünde ise, Louis'i de annesinin yanında bırakarak; içinde su ısıtabileceği bir çaydanlık arayan ve de bulamayan Julie, işittiği sesler nedeniyle oldukça tedirgin bir gece geçirir...
***
Ertesi sabah...
Hem oda işini kalıcı olarak halletmek hem de, açık kalmış pencere kapağı çarpmasını anımsatarak kendisini uykusuz bırakan gürültüden söz edip, bir de odalarına bir su ısıtıcısı istemek üzere Julie; kahvaltısının ardından, bir kez daha resepsiyona uğrar...
Bütün bu taleplerini, sessizce dinleyerek aklına not eden resepsiyonist kadın da Julie'ye; Pazar günkü öğle yemeğini, kendisiyle birlikte yemesini isteyen kuzeni Alistair'in (Crispin Buxton) mesajını iletir...
***
İsteklerini iletmiş olmanın verdiği rahatlıkla Julie, otelin en üst kat holündeki masaya yerleşerek kafasındaki film senaryosuna başlamak gayesiyle yukarıya çıkarken; halen yatağında olan annesi Rosalind'de, kendi kahvaltısını yapmaktadır...
***
Neyse...
Bir süre, işine odaklanmaya çalışan ama uykusuzluk ve onun yol açtığı tedirginlik nedeniyle bunu başaramayan Julie ile duşunu aldıktan sonra giyinip kuşanan Rosalind; öğlen yemeği için, otelin restoranında buluşurlar...
Yemek siparişine henüz karar verememiş olsalar da, Julie her ikisi için de; birer kadeh kırmızı şarap söylemiştir bile...
Derken...
Ismarladıkları pancar salatası ve somon balıklarını beklerlerken, aralarında yaptıkları konuşmadan anladığımız kadarıyla bu otel; gerçekte Rosalind'in, çocukluğundaki birkaç yılı geçirdiği bir malikanedir...
***
Hava kararıp da, akşam olduğunda...
Bir gün önceki rutin; yani resepsiyonist kadının erkek arkadaşıyla gitmesi, üst katlardan gürültü sesinin gelmeye devam etmesi ve Julie'nin Louis'i yürüyüşe çıkartması sahneleri, bir kez daha tekrarlanır...
***
Fakat o gece, Julie'yi uykusundan asıl; kapının önünde mızmızlanmakta olan Louis uyandırır...
Bunu, Louis'in tuvalet uyarısı olarak algılayarak onu bahçeye çıkartan Julie, yanlış sinyal olduğunu fark edip yeniden odasına yönelmişken; duyduğu sese doğru ilerleyerek öylesine "Merhaba... Merhaba..." diye seslendiğinde, bir yerlerden çıkıp gelen William "Bill" (Joseph Mydell) ile karşılaşır...
Hemen belirtelim ki...
Bu Bill, birkaç yıl önce ölmüş olan karısıyla birlikte; otuz yıldır bu otelin çalışanlarından biri olmuştur...
Ve...
Karısından arta kalan anılarından uzaklaşmak istemediği için de, emekli olmak yerine oteldeki görevini sürdürmektedir...
***
Bir sonraki gün...
Yine çalışmak amacıyla masanın başına geçen Julie; derinden geldiği gibi bir türlü anlamlandıramadığı sesler sayesinde, yine dikkatini işine veremediği için toparlanarak kalkmak mecburiyetinde kalır...
Evet...
Hakikaten de, Julie'nin huzursuz olmasına sebep olan bir takım şeyler mevcuttur bu otelde...
Ama ne?
Dakika 40...
Gizemini son anına kadar koruyan filmin geride kalanında, siz değerli sinemasever dostlarımızı; ters köşe sürprizleri de bünyesinde barındıran, 56 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
Keyifli seyirler,