Hesabım
    Adamlar
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Adamlar

    Taşrada korku sarmalı!

    Yazar: Banu Bozdemir

    Ex Machina ve Annihilation filmlerinin yönetmeni Alex Garland korku duygusu ile ilgili bir korku filmiyle karşımızda demek yanlış olmaz. Başta bir kadının duygusal olarak toparlanmak için pitoreks bir köye gelmesiyle başlayan Men/ Adamlar, huzursuzluğun yarattığı sendromlarla ve kadın olmanın, sadece kadın olanların hissedeceği bir korkuyla gerçekle düş arasında sıkışıp kalan bir çığlığa dönüşüyor.

    Kocasının ayrılırlarsa kendini öldüreceği yönünde verdiği sözü bilinçli ya da bilinçsiz tuttuğu hikayede, Harper’ın kendisine, kocasının ölüm duygusuna ve erkeklere dair soruları var ve gittiği kasaba bu soruları Harper’ın yüzüne vuran bir tokat işlevi görüyor. Kocasının şiddetine maruz kalan Harper’ın sosyal kimliğine dair bir açıklamayı gereksiz bulmuş muhtemelen yönetmen. (Sadece köy evinde ev sahibine piyano çalmayı bilmediğini söylüyor ve bir sabah piyanonun başında döktürüyor.) Çünkü asıl anlatmak istediği birbirini doğuran, aynılaşan, her yerde karşısına çıkıp kendisiyle ilgili şüphe yaratan erkek zihniyeti! O yüzden kasabanın bütün erkeklerinin yüzleri aynı. Rory Kinnear’ın (dijital efektlerle sağlanan aynı yüz) canlandırdığı erkekler, Harper’e tam anlamıyla musallat oluyor. Ama Harper’ın bu benzer yüzler hakkında bir şey söylememesi, Harper’la farklı şeyler mi görüyoruz acaba sorusunu sordurtuyor zaman zaman. (Bu da olayların gerçekliği konusunda belirsizliği arttırıyor)  

    Film olayı bir yandan da Adem ve Havva zamanından kalma bir hesaplaşma halini de ele alıyor. Bahçedeki elma ağacından kopardığı elmayı afiyetle yiyen Harper ev sahibinin espriyle karışık ‘yasak elma’ benzetmesinden sonra bir korku tünelinde sürüklenmeye başlıyor. Bu pitoresk köydeki eski, bastırılmış bir gücü mü hortlatıyor, o da tam belli değil. Kilisenin korkutucu atmosferi, yazıtlar, kadın figürü ve ikonlar konusu ise yönetmenin tam hakimiyet kuramadığı ama filmde olsa ve Harper’ın karışan kafasının bir yerlerinden sürekli fışkırsa diye koyduğu detaylara benziyor.

    Filmin açılış sahnesinde seyirciyi yakaladığı, ağır çekim ve gerçeklikten uzak düşme sahnesinin benzerlerini sık sık yaşıyoruz. Film öyle bir gerçeküstü atmosfer kuruyor ki, bunlar kesin Harper’ın kafasında yaşanıyor diyoruz ama bir yandan da film gerçekçi doneler sunmaya devam ediyor. Aslında film Harper’ın kocası James’in ona bıraktığı mirasın izleriyle uğraşıyor, devreden ya da birbirini doğuran erkek tehdidi, varlığı gibi… O yüzden izlerken aklıma Harper’ın kocası James’i de Kinnear oynamalıydı fikri takıldı çokça…

    Harper doğanın iyileştirici gücünü çok kısa bir süre yaşıyor, kendi sesiyle giriştiği yankı oyunu onu anlık mutlu ederken, o yankı katlanarak çoğalıyor ve ona tünelin öbür ucundan gizemli bir adamın varlığını taşıyor. Orada bir erkek olsa Harper gibi kaçmayı tercih etmez, belki de üzerine gelen o siluetle karşılaşmayı tercih ederdi. Doğanın algı bozan yanı, Kinnear yüzleriyle Harper’ın algısını bozmaya devam ederken, bir yandan da Annihilation’da karşılaştığımız endişe verici olayları atlayıp, gerçeküstü sarmalıyla daha da tekinsiz hale geliyor.  

    Filmin görüntüleri adeta gerçekçi bir tablo gibi kusursuz duruyor. Diğer iki filme de imza atan Rob Hardy’nin görsel gücü yabana atılamaz, detaylar ve basit çekimler bile onun vizöründe ezici bir güzelliğe dönüşüyor. Aynı şekilde müzikler de gerçeküstü trafiğini gayet iyi yönetiyor. Çığlıklar ve yankılar da bu ortam müziğine çok iyi eşlik ediyor.

    Filmin gayet sürprizli bir sonu var. Burada açık edeceğim maalesef bunu. David Cronenberg dokunuşlarını andıran kareler tekrarlı bir şekilde önümüzde akıp giderken bir yandan da her erkek birbirini vajinal olarak doğurarak çıkışı simgeliyor. Burada çok gore, çaresiz ve zararsız bir doğumla Harper’in önünde dizilen efektif adamları görüyoruz. Bu doğma ve doğurma anının erkeklerin kadınları anlaması için yapılan, üzerinde fazlaca düşünülen bir anekdot olduğu belli. Garland fazla cesur ve ustaca kanlı korku sahnelerine imza atıyor, izlerken şaşkınlıkla karışık bir ürperme hissi yaşatıyor.

    Film erkeklere kadın olarak yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyor. Aslında film bir yere kadar iyi gidiyor, ya da her şeyde gerçek mi değil mi hesabı yaparken birdenbire o sona çarpmak filme yüklediğimiz anlamı yerle yeksan etse de yine de kadınların anlaşılmayı istediği, erkeklerin sevgi beklerken şiddet uyguladıkları gerçeğiyle Londra’da buluyoruz kendimizi. Harper’ı başarıyla canlandıran Jessie Buckley ise bir yandan da filmin erkeksi kadın karakteri olarak sarmalı tamamlıyor diyebiliriz.

    twitter.com/banubozdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top