Hesabım
    Dogville
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Dogville

    <b>Dogville</b>: Amerika’yı Görme Biçimleri

    Yazar: Zafer İlbars

    Her şeyden önce...

    Gerçek olan şu ki Lars Von Trier adlı sinsi kaos teorisyeninin etkinliği, konvansiyonel sinema kavramının iyice altüst edilmiş haliyle, bu kavramın sınırlarının yok edilmesiyle ilgili. Trier sinemasının tüm içerikleri; tekabül ettiği olaylar, dramaturjik seçimler, karakterlerin biyografileri hep aynı denize akıyor. Onun görme biçimi, üst katmandan en diptekine doğru geçerek yaşayan bir arkeolojinin içine nüfuz ediyor. Böylesine konstruktivist bir yapının emeğiyle yaratılmış alternatif sinemanın izleyiciye de bir sorumluluk yüklediği muhakkak. Trier, seyircinin zekasına güvenip elindeki kondüktör feneriyle bizi tekin olmayan koltukları işaret ederek bir zeka sınavına davet ediyor.

    Dogville: Trier’in Amerika’ya bakınca gördüğü pislik.

    11 Eylül ve son Irak çıkarması sonrası Trier dogmatik el kamerasını bir kılıç gibi sallıyor Amerika’ya. Bu noktada filme biçim olarak damgasını vuran Brechtien üslup dikkati çekiyor. Brecht’in kendine özgü meselci anlatımı ve tiyatro tekniği buram buram sinmiş filme. Genelde tiyatro yapıtlarının sinemaya uyarlanmasına alışkın olan seyirciye, Trier o ters çalımlarından birini daha atıyor. Bu şaşırtıcı epik sinema ürününün Brecht’e yapılmış en anlamlı saygı duruşlarından biri olduğu tartışılmaz bir gerçek. Filme hakim olan öz ve biçim özellikleri düşünüldüğünde, sinema için bundan daha radikal bir yabancılaştırma manevrasının olamayacağını söylersek çok da abartmış sayılmayız. Film başlı başına yabancılaştırmaya dayalı. Çünkü ortada sinema var ama sinemanın tiyatroya karşı olan en büyük üstünlüğü olan mekan özgürlüğü sonuna kadar reddediliyor. Ayrıca epik tiyatronun en vazgeçilmez unsurlarından olan anlatıcıdan tutun da, karakterlerin gestus tartımlarına kadar her şey bu nakış nakış örülen epik tragedyanın bir parçası. Her ayrıntıda, her mikroaksiyonda, teatral enformasyonla doygunlanmış, alışılmadık zihinsel çağrışımları ortaya çıkaran noktalar mevcut.

    Dogville, Trier’in işaret ettiği ve şimdiki Amerika’ya tekabül eden meselin donuk coğrafyası. Kıpırtısız bir hayat süren Dogville halkının hayatı birden bire kasabaya gelen bir kadınla değişiveriyor. Bu küçük coğrafyaya sığmayacak kadar tehlikeli bir kadın bu. Grace adlı kadının kasabada yaşamak için aldığı onaydan sonra yaşananlar ise ibret verici. Önceleri kadına ve bu yeni duruma karşı çekingen olan halk, aldıkları riskin de verdiği cesaretle Grace’den sonu gelmeyen isteklerde bulunmaya başlıyorlar. İktidar sahiplerinin tavırlarının vardığı korkunç noktaları ve olayların vardığı şok edici finali izleyince hissedilen rahatsızlık filmden trajik bir haz almanıza yol açıyor. Aslında filmin konusunu anlatmak bile ziyan eder bir şeyleri. Yorulmaz bir sabır isteyen bu huzursuz edici filmi izleyenler ya nefret edecekler, ya da baştacı edecekler. Kendi adıma filmi izledikten sonra yastığa gömüldüğümde ve kafamı yastığın sağ tarafına çevirdiğimde kendi dünyamı, sol tarafına çevirdiğimde Dogville’i düşündüğümü söylersem tercihimi hangi seçenekten yana yaptığım anlaşılır. Dogville’in yastıküstü hikayesi, tıpkı kendi sahne tekniği gibi bu satırların yazarının zavallı yastığı üzerinde de bir simultane sahne yarattı. Sabah uyandığımda bütün dünyevi işlerim aksadı. Zira o huzursuz edici sol taraftan kalkmıştım!

    Dogville’de ilgi çekici noktalardan biri de Trier’in diğer filmlerindeki kadınlar gibi erkek şiddetine maruz kalan bir kadını ele alması. Dalgalar Aşmak ve Karanlıkta Dans’ta iyice belirginleşen bu ortak temanın Trier siemasının sarsıcı dramatik yapısını güçlendirdiği muhakkak. Boynuna tasma geçirilen bir Nicole Kidman normalde bu haliyle erkeklerin cinsel fantezilerini süsleyen bir imge olarak değerlendirilebilecekken, Trier bu arzu nesnesi kadının boynuna bambaşka bir amaca hizmet etmek için tasmayı takıyor. Hayal kırıklığı teması Grace’in soluk yüzünde, Dogville’in olmayan sessiz göğünde, Tomas Edison’un tamamına ermeyen düşlerinde resmi geçit yaparken filmin akan kodası bile hareketliliğiyle alay ediyor sizinle. Bunca yavaşlık ve sabrın ardından kodanın hareketliliği şaşkınlık yaratmayı başarıyor izleyenlerde. Danimarka Hamlet’den beri en ilginç ve kafası karışık ikinci karakterini ne zaman milli bir değer olarak ilan edecek merak ediyorum.

    Belki de çoktan etmiştir!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top